Mevcudiyet nedenimdir belki de yazmak. Yazdıkça varoluşum
pekişiyor gibi gelir hep. Güvenli, en güvenli sığınak gibi de gelir çokça. Laf aramızda
çok da ihtiyacım vardır böyle bir yere. Zira tanıyabileceğiniz en korkak
insanlardan biriyimdir ben. Odamda güvendeyim mesela, hele ki geceyse vakit ve
ay pencereme dayandıysa. Müzik çalıyorsa bir yandan ve de derinden. İşte benim
gibi bir korkağın eyleme geçebileceği yegâne fırsattır bu. Oturulur ve yazmaya
başlanır, olmayan sevgiliye ilan-ı aşklar edilir zira bir sevgili olması etten
ve kemikten çok tehlikeli ve belirsizdir. Güven zincirim kırılabilir. Ancak
kelimelerle var olan bir sevgili en idealidir. Sonra siyasetten yazmaya
başlarım, söverim alayına, hesap sorarım bir vatandaş olarak. Hani meydanlara
falan çıkıp bağırmaktan daha kolay, yeğ bir durumdur. Sıra bana gelir sonra, en
acımasız eleştiriyi kendime yaparım. Çok ama çok acımasızımdır. İşte bu cesaret
ister sayın okur, zordur sağlam bir yüzleşme hem de fırsatını bulduğun her
gecenin sabahında. Sonra sıra Tanrı’ya gelir, haciz bir kulu olarak soracak
sorgulayacak öyle çok konu vardır ki. Bilirim duyuyordur beni ve kendi üslubuyla
cevap veriyordur elbet. Buna hiç şüphem yok. Okurken uyuya kalanınız çoktur,
emin olun yazarken uyuya kalmanın tadı bambaşkadır. Sabah yüzünüz defterin
üzerine gömülü kalkarsınız, kalem yatağın bilmem neresindedir. Ne yazmışım ulan
ben diye şöyle bir bakın, şaşar insan çoğu vakit.
Çok şey değişti 35 yılda, artık ben o ben değilim. Şimdilerde
pek futbolla aram olmadığı halde, televizyonun saatini ayarlıyor ve salak bir
spor programındakini tartışmaları dinleyerek uyuklayabiliyorum ancak. Filanca futbolcunun
attığı tekme sarı mı yoksa kırmızı kart mı gerektirir diye koca koca herifler
tartışırken, unutuveriyor insan her şeyi, esas sorunlarınız bir buzdolabına
kaldırılıyor sanki. Gece yazmanın da okumanın da önüne geçti bu. Tavsiye ederim
bir deneyin isterseniz, işe yaradığını göreceksiniz. Çok şey değişti. Uğraşmıyorum
da artık kendimle son bir iki yıldır, Tanrı’yla da aram düzeldi geçen yıllarda.
Nihayet işi bıraktım sayın okur bu arada, hani bir iş bulmadan çıkma klişesine
kulak asmadan. Ki, haklıydılar. Nerden yeni bir iş bulacak otuz beşinde ki
herif. Neyse hayırlısı olsun diyelim. Size komik bir şey söyleyeyim mi – bence hiç
komik değil- işi bırakmamın en önemli etkenlerinden biri günlük sakal traşı olma
zorunluluğuydu. Ne var bunda diyebilir çoğunuz. Bilen bilir, zaten saçları
belinde bir heriftim ben yirmili yaşlardan beri, geçen sene kesmiştim, ani ve
delice bir kararla. Bir de üstüne sakallarımdan da olunca, nasıl bir
yabancılaşma yaşadım anlatamam size. Ne zamandır aynaya her baktığımda kim bu
dallama diyorum. Ayrıca herkes aksini söylese de kendimi çok ama çok çirkin
hissediyorum. Bu surat, bu imaj beni temsil etmiyor sayın okur. Anladınız mı? Biriniz
anlasın bari n’olur. Ya da anlamayın ulan, çok ta umurumda. Önemli olan benim
ne hissettiğim değil mi. Çok saçma salak bir yazı oldu bu. Gündem malum ülkece
kan ağlıyoruz. Sığınak işte, n’aparsınız…
Güzeldi yazdıkların. Ülke yangın yerine dönmüş ve benim içimden hiç yazmak gelmiyor. Herkesde karamsarlık mevcut galiba.
YanıtlaSilgüzel mi bilmem,samimiyetle bir şeyler karaladım işte. Ve evet kimsenin yazası yok,çok bunalmıştım yazmasam olmazdı.
YanıtlaSilBir şeyler değişiyor ama gelen yeni şeyler kolaylık veya güzellik getirirken pek çok güzel şeyi de sonsuza kadar maziye atıyor...
YanıtlaSilMesela eski niye güzeldi? En basit cevabı belki de şu: gündemde olan kötülüklerin hiç biri o zamanlar henüz olmamıştı, yoktu...
Gerçekten eski niye güzeldi ?
YanıtlaSilGüzel soru ama cevabı bu kadar basit değil diye düşünüyorum.Belki tatminkar bir yanıt bulursak geçmişe özlem duymayı bırakırız.