26 Kasım 2016 Cumartesi

Yazıyla iki bin ol altı


Oğlak burcu 2017. Yükseleni koç oğlak burcu 2017. Geleceğimi öğrenmek istiyorum. Online tarot falı bak. Hot womans. Yıldız haritamı çıkar. İsme göre geleceğimi analiz et vesaire… İnanması güç ama gugul hazretlerine son zamanlarda en çok bunları soruyorum. Temmuz ayında yaşadığım elim kazanın buna sebep olduğu bariz. Kötü bir yıldı 2016 benim için ve çaresiz 2017 için kaygı duyuyor, güzel şeyler duymak istiyor olmalıyım. Travma sonrası stres bozukluğu yaşadığım kaçınılmaz bir gerçek.

Bu süreci faydalı bir şekilde geçirebilirdim. Bolca kitap film müzik falan gibi ama yapamadım. En azından bunun farkına vardım ve son bir aydır bir iki kitap okuyup birkaç güzel film izledim. Ve aslında niyetim sırasıyla bunları anlatmaktı ama ne bileyim sonraki yazılarımda artık.

Şimdi öyle alelade yazmak geldi içimden. Bir saniye önce bir sigara yakmalı. Gönül isterdi ki bir iki tekte atayım ama evin en çok ilaç kullanan ferdi benim kaç zamandır. Yani alkol yasak, gerçi sigara da öyleydi ama… Mesela bir saat önce içtiğim ilacın içeriğinde yumurta kabuğu zarı ve akrep iğnesi var desem dumur olacağınıza eminim. Pek yakında kurbağa bacağı kaynatıp kirpi çorbası içirirlerse şaşmamalı. Sanırım tıpta şamanizme bir dönüş var. Aslında bir kurşun döktürüp bir hocaya üfletmeli ya hadi neyse… Bir kurban kes diyende çok var ama kan akıtmaktansa bir kuruma bağış yapmayı yeğlerim.

Birde şöyle bir durum var: bir kız var ki çok hoşlanıyorum tam kafa dengi ama bir diğeri var ki çok seksi, diğeri ise çok entelektüel. Öbürü ise öyle güzel ki rachel welch, monica belluchi falan yanında sönük kalır. Sonuncusu ise hepsinden biraz, ama tümüyle farklı dünyalardanız. Hayatımda hiç bu kadar hatuna meyletmemiştim doğrusu. Ha şu da var bunların hangisi kaçı benden hoşlaşıyor tam bir muamma. Belki hepsi belki de hiç biri… He bende ikilem üçlem çokgenler içindeyim şekilde görüldüğü gibi. Öyle bir durumlar işte. Yazının burasında mr. nobody filmi aklıma geldi. (isme tıklayıp eski yazılarımdan okuyabilirsiniz ) bir de aptal bir replik hatırlıyorum bir filmden “ seçtiğin kadın kaderini belirler” gibisinden bir şey. Bunu yazan senarist bilmez mi asla biz erkekler seçmeyiz o bir yanılsamadır. Kadın seçer seni ve sen tavladım zannedersin.

Tüm bu talihsizlikler içerisinde hala iyi bir insan olarak kalmaya çalışıyorum. Çok şeyden ödün verdim bu yaşıma kadar. Ama insanlığımdan asla ve hep öyle kalır inşallah. Talihsizlikten, şansızlıktan kötü şeylerden kastım hem benim hem de ülkenin yaşadıkları. Bunları bir de yaşattıranlar var kuşkusuz, her fiilin bir faili vardır. İşte onlara en güzel böyle cevap verdiğimi düşünüyorum.

“Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir.” GEORGE ORWELL 

Hoşça kalın…

15 Kasım 2016 Salı

Adı Vasfiye


Seksenler Türk sineması o dönem konusu kadın olan filmlere ağırlık vermişti. Hiç kuşkusuz bunların içinde en önemlisi, bir Atıf Yılmaz dehası olan “Adı Vasfiye” idi. Konu sıkıntısı çeken bir senaristin yol kenarında ki Sevim Suna adlı pavyon şarkıcısının afişine odaklanmasıyla başlar hikâye.  Elbette bu kadının sahne adıdır. Film boyunca Vasfiye’nin öyküsünü hayatına şöyle veya böyle dâhil olmuş olan dört erkeğin ağzından dinleriz. Birinci kocası Emin, ikinci kocası Hamza, mahallenin kart zamparası palavracı İğneci Rüstem ve kısa süre aşk yaşadıkları Doktor. Bence buna dâhil olan beşinci biri var ki o da konu sıkıntısı çeken yazarımız, yani rahmetli Erol Durak. Bu dört adamın ağzından dinlerken o da kafasında bir Vasfiye tahayyülü yaratır ve o hiç tanımadığı kadının cazibesine gark olur. Öyle ya Vasfiye bu, âşık olmamak mümkün mü?   

"vasfiye,adı vasfiye,anlatmamı ister misin?"


 
Film biz erkekleri yerden yere vurur ve bunda bugün olduğu gibi dünde bir o kadar haklıdır. Kadını metalaştırmak, namus denilen kavramı kadının bedeniyle sınırlandırmak, beyinlere aşırı zerk edilmiş toplumsal cinsiyet kavramları: kadının yeri kocasının dizinin yanı, saçı uzun aklı kısa, eksik etek, elinin hamuruyla erkek işine karışma gibi daha nice cinsiyetçi söylemler...

Film Vasfiye’nin ilk kocası Emin’in abisi ve babasıyla çıktıkları av sahnesiyle başlıyor. Babası ve abisi arasında geçen şu diyaloga ufak yaşta tanıklık eder : “erkeğiz elhamdülillah. Utanmak kancık kısmının işi. De bakalım kızlarla aran nasıl? Koçum deyiversene kamışa su yürüyor mu lan ?”  derken kısa bir süre sonra da abisini köyün yosması olan Vasfiye’nin anasına götürür. Küçükken yumuşak huylu naif bir çocuk olan Emin’i ilerleyen yıllarda set mizaçlı elinde tespih bıçkın bir delikanlı olarak görürüz. Zaman içerisinde bu ve benzeri cinsiyetçi olayların toplumu nasıl işlediğine dair güzel bir sinematografik aktarımdır.

Film boyunca Vasfiye hiç kendini anlatmaz. Bir adı dahi yoktur onun,(oysa çocukluğunda biriyle tanıştı mı “merhaba adın ne, benim adım Vasfiye” diyerek sorulmadan adını söylerdi) artık Sevim Suna olarak bilinmektedir zaten. Adeta dilsizdir, aşağıda Türk sinemasında kadının dilsizliği hakkında düşündürücü bir video paylaşıcam. Atıf Yılmaz’ın filmi fantastik bir kurgu ile anlatması ise harikuladedir. Ah Belinda filminde de aynı yöntemi uygulamıştır ve hep derim; Mullholand Drive ile mukayese edildiğinde Ah Belinda bence bir gömlek üstündür. Keşke fırsatım olsa da David Lynch’e bu filmi gösterebilsem. Eminim hasedinden kudururdu.


Beni Vasfiye kadar hikâyesinin peşinde koşan senaristimizin durumu da derinden etkiler. Avurtları çökük, biraz sıskaca olan bu delikanlı hiç şüphesiz varoluş problemi çekmektedir. Vasfiye’yi tanımak, öyküsünü bir de onun ağzından dinlemek için elinden geleni yapar. Adeta aşkından çöle düşmüş Mecnun gibidir. İlginçtir onunda adını film boyunca hiç duymayız. Bu cendereye sıkışmış vasfiye kadar nice erkeklerde vardır şüphesiz. Belki de hepimiz…


Filmi izlemek için : Adı Vasfiye 

9 Kasım 2016 Çarşamba

miadı yaklaşan bloğun son saçmalamaları -1


Gül oyna çocuk,bak güneş gülümsüyor yüzüne. Henüz hiçbir şeyin farkında değilken doyasıya oyna. Ne de olsa kalbin kırılacak günün birinde,sonra bir daha ve bir daha… Hani belki sende kıracaksın birilerini,fark etmeden incitsen bile bu suçunu hafifletmeyecek. Akıllanacaksın taş bağlayacaksın yüreğine. Hayallerin,gülüşün,umutların,inancın hepsi gidecek bir gün, kimini kaybedeceksin nedensiz, kimini ise çalacaklar senden. Mesela gülüşün, o güzel gülüşünü bir sonbahar akşamı çalıverecekler senden. Ve gün gelecek kabulleneceksin, kabullenmeyi öğreneceksin. Ardından şaşkınlıkların azalacak, bileceksin. İnsanoğlu bu her şey beklenir diyeceksin. Belki bir çift güzel göz bakışlarıyla delecek yüreğini başını eğeceksin yada uzatılan bir ele sırtını döneceksin. Çünkü biliyorsundur artık gerçeği,yalın sevimsiz gerçeği. Bak nasılda rüzgar çıktı birden haydi sal göğe uçurtmanı. Uzan çimlere ve gökyüzünü seyret doyasıya. Şimdilik kara bulutları görmezden gel,şu yandakine baksana tıpkı boynuzlu bir ata benzemiyor mu sence de ? biliyorum bazen ellerini çenene dayayıp merak ederdin büyümüş halini, acele etme tamam mı. Merak edilecek bir şey yok. Sadece seni düşünüyor olucam. Ortada bir yerde buluşmak dileğiyle. Ha evet boyun upuzun oluyor düşündüğün gibi,saçlarını da uzattın.Evet,evet tıpkı define adasındaki kaptan uzun john silver gibi. Yakışıklısında haa ;) ne üçüncü sınıfta okula yeni gelen o kız mı ? Emin ol adını bile hatırlamayacaksın :) Kendine iyi bak ve bolca kalsiyum al. Güven bana çoook ihyiyacımız olacak. Hadi hoşça kal velet ;)

6 Kasım 2016 Pazar

Bir hafta öncesi ve şimdi


Çok doluyum. Böyle zamanlarda çok tehlikeliyimdir, yazacaklarım tüm yaşam enerjinizi alabilir, bazılarınız bunu iyi bilir. Bu halet-i ruhiyenin beni yazınsal anlamda çok yukarı çıkardığı vaka ama neden sonra bunu yapmaya hakkım olmadığına karar kıldım. Ne kadar bilimsel olduğu tartışılır hatta hurafe; hani gribinizi en yakınınıza bulaştırırsınız da geçiverir. “hastalığımı sana sattım” diye bir deyim bile vardır. Burada belki bunu defalarca yaptım, doğru değil bu.

Geçen bir kitapla gittim tedaviye, internler meraklı gençler biraz edebiyat üzerine konuştuk. Fizyoterapistim ise edebiyat dünyasının çoğu başyapıtını yerden yere vurdu. Kendinizi zehirlemeyin falan gibi laflar etti kızlara. Haksız sayılmazdı, geçenlerde (benim geçenlerde kalıbım bir ila on yıldır ) ben değil miydim Sartre’lara Kafka’lara falan küfürler döşeyen. Şu sıralar okuduğum romanda bunla ilgili çok güzel bir alıntı vardı, bir dakika bakıp aynen yazmalıyım : “ öteden beri Cenab-ı Hakk’ın insanlara bu hayatı yazmak için değil, iyi kötü yaşamak için bahşettiğine inananlardanım. Zaten yazılmış şekli mevcuttur. Nezd-i ilahi’deki nüshasından, kaderimizden bahsediyorum.”  Hayır, illa yazacaksa insan, umutvar şeyler yazmalı. Allah aşkına mesela hangimiz Raskolnikov gibi dolaşmadık gençliğimizin ilk birkaç yılında. Ya da Turgut Özben gibi? Bunun ne faydası oldu bünyede, örnekse ben en verimli yıllarımı Beyoğlu’nda berduşluk yaparak geçirdim o vakit.

Birkaç aydır ki bu süre nekahet dönemime denk geliyor, en büyük ibadetin bize verilen bu ömrü layıkıyla yaşamak olduğuna inanıyorum. O zaman diyeceksiniz ki neden dolusun be arkadaş? Geçen yıllarıma üzülüyorum birincisi bu ve biliyorum ki bunu düzeltemem. O zaman bunun üstünü çiziyoruz. İkincisi ve vahim olan ise şu layıkıyla yaşama mevzusu… Henüz yabancısı olduğum bir şey bu, zorlanıyorum ama eminim üstesinden gelicem. Hani atraksiyonsa layıkıyla yaşamak belki birkaç ömürlük yaşamışımdır çoğuna göre. Ama benim anladığım bu değil, etrafımı kalın tuğlalarla döşedim bunca yıl, incinmekten korktuğum kadar incitmekten de korktum. Hayatın içinde bunlarda yok mu peki, elbette var. O halde dokunmalı, dokunmalarına müsaade etmeli.

Üstelik ateşimde var ne duruyorum karanlıkta?



ŞİMDİ

Üstteki yazıyı yazalı bir hafta falan oldu sanırım. O gün internetim yoktu sonrasında ise ben evde yoktum. Ayın birinden beri sigara içmiyorum, demek bırakmak için humerus kemiğimin tam iki kez kırılması lazımmış. Evet doğru okudunuz kolum gene kırıldı, nasılı boş verin tam bir talihsizlik. Gene acile düşüp aynı hastanenin aynı oda ve yatağına düşmek ise bu kadar tesadüf olamaz dedirtiyor insana. “Ortopedi 702/3’ün gülü n’aber” dedi hekim arkadaşlar.  Koluma bireys denilen fiberglas bir alçı takıp taburcu ettiler. 15 gün sonra kontrol edip bir karar verecekler. Dua edin tekrar ameliyat olmadan hallolsun. Aynı kolun 3. Bir operasyonu kaldırabileceğini sanmıyorum.


Bunca talihsizliğe rağmen üstteki yazının son paragrafına uymaya çalışıyorum. 15 gün sonrasını yaşayarak bugünü kahredemem doğrusu. Her şey Allah’tan, başka söz bulamıyor insan. Kitap okuyor, film izliyor, günlük gazetemi okuyup kahvemi yudumluyorum. Çünkü biliyorum ki her yeni gün bir mucizedir. Diyecek çok şey var,yutkunuyor ve noktalıyorum. Sevgiler…

                                                                Umarım bir gün tekrar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...