29 Nisan 2012 Pazar

Kaleydoskop


Doksanlı yılların başında ülkemize o yıllar topyekün göç eden Bulgar kökenli vatandaşlarımız semt pazarlarının sonunda tezgah açmaya başlamışlardı.Patates soğan satmak yerine birbirinden ilginç kullanılmış veya eksantrik şeyler satıyorlardı.Sanki oradan gelirken bavulunda getirdikleri şeylerdi bunlar.İşte o zaman görmüştüm bu ilginç dürbüne benzeyen oyuncağı,çokta ucuzdu .Annemden parayı kaptığım gibi gidip satın almıştım.Arka bahçemizde ayva ağacına kurduğum salıncakta sırt üstü yatarak sallanırken bir yandan gözümü dürbüne dayayıp hayallere dalıyordum.Sağa sola her çevirişimde binlerce kombinasyonlu farklı şekiller çıkyordu.Neden sonra kaybetmişim bu oyuncağı-oyuncak demek ne kadar doğru bilmiyorum-  kaç zamandır da adını anımsamaya çalışıyordum.Arkadaşlarımda bırakın adını neden bahsettiğimi bile anlamıyorlardı.Hani oğlum dürbün gibi bi şey lan.Her çevirişinde prizmatik geometrik şekiller falan çıkardı karşına,Hatırlasana lannn…
Neyse an itibariyle buldum adını google sayesinde,sıra geldi kırtasiyelerde oyuncakçılarda aramaya.Aynı heyecanı ilüzyonu eskisi gibi verir mi bilmiyorum ama tekrar gözüme dayayıp hayallere dalacağım günü iple çekiyorum :) Edip Cansever'in dediği gibi : "Gökyüzü gibi şu çocukluk hiçbir yere gitmiyor"

20 Nisan 2012 Cuma

Fight Club- Dövüş Kulübü

99 yılıydı sanırım,henüz yirmisinde bile değildim bu filmi izlediğimde.Vaktimin çoğunu Beyoğlu’nda geçirdiğim zamanlardı.Berduşluk yapıyorduk benim gibi tutunamayanlarla,gitar çalarak,sinyal yaparak para kazanıyor ve bolca içki içiyorduk.İçki ve sigara…Yemek aklımıza bile gelmezdi neredeyse ve bir gün Fitaş sinemasının afişinde gördüm Dövüş Kulübü’nü.Öyle vurdulu kırdılı,aksiyonu bol filmlerden hiç hazetmezdim,bu yüzden Matrix filminide yıllar sonra seyredecektim.İsminden dolayı büyük bir önyargı ve mecburiyetle bilet aldığımı kabul etmeliyim.Her neyse,sinemaya girdim ve çıktığımda resmen alt üst olmuştum,olmuştuk.Yaklaşık bir hafta öncesinde Altıncı His filmi yeteri kadar abandone etmişti ama FIGHT CLUB resmen beni ve izleyen herkesi nakavt etmişti.Fena dayak yemiştik.
Konusu: Uykusuzluğu had safhadadır. Yaşam tarzı, ona dayatılanlar… (Matrix’deki Neo karakteri gibi)Her şey, her şey de bir terslik olduğunu fazlaca hissediyor, idrak etmeye başladığı çelişkiler yumağı uyumasını imkansız kılıyordu. Bir sigorta acentesinde düzenli işi de vardır.Bir ara evine ikea  benzeri mağazaların ihtiyaç duymadığımız tüm mobilyalarını döşeyerek,ondan istendiği gibi bilinçsiz bir tüketici olarak sisteme ayak uydurmaya çalışır ama bu da bir sonuç vermeyecektir.Sonunda psikoloğunun tavsiyesiyle kanserli hastaların grup terapilerine katılmaya başlar.Onların acısına dertlerine tanık olması doktorunun demesiyle aslında gereksiz dertleri kaygıları olduğunu görmesini sağlayacaktır.Derken bu terapilerde hasta olmadığı halde onunkine benzer sebeplerle katılan Marla Singer’la tanışır.Bu sıra dışı kadın tadını kaçırır ama asıl macera Brad Pitt’in canlandırdığı Tyler Durden ile tanışmasıyla başlayacaktır. Tyler tam da olmak istediği kişidir,kural tanımaz anarşik ruhlu bir adam. Gizemli bir şekilde evinde çıkan yangından sonra Tyler’la yaşamaya başlar. Kendi aralarında dövüşerek rahatladıklarını fark ederler ve sonra  bir iki derken onlarca kişinin katıldığı bir gruba dönüşür;FIGHT CLUB. Bu ikilinin önderliğindeki grup sadece kendi aralarında dövüşmekle yetinmeyecek başında Vandalca işler yapacaklar (restoranda yemeklere işeme,duvarları boyama,kamu malına zarar verme gibi) ardından neredeyse bir terör grubu haline geleceklerdir. Çalış-harca-tüket felsefesine sivri göndermelerde bulunan bu filmi hâlâ izlemediyseniz,yazık etmişsiniz :)

              YARIN ONUN HAYATININ GERİ KALANININ EN MUTLU GÜNÜ OLACAK


Film hakkında fikir edinmenizi sağlayacak birkaç replik:
"burda, yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum... bu potansiyeli görüyorum... ve hepsi heba oluyor... lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor yada beyaz yakalı köle olmuş... reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeler... nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz... bizler tarihin ortanca çocuklarıyız... bir amacımız yada yerimiz yok... ne büyük savaşı yaşadık... ne de büyük buhranı... bizim savaşımız ruhani bir savaş... en büyük buhranımız; hayatlarımız... televizyonla büyürken milyoner film yıldızı yada rock yıldızı olucağımıza inandık... ama olamayacağız... bunu yavaş yavaş öğreniyoruz... ve o yüzden çok çok kızgınız... " 

“Sahip olduklarımız sonunda bize sahip oluyor.”

“Dinleyin Sürüngenler! Sizler özel değilsiniz, sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz, sizler işiniz değilsiniz, sizler paranız kadar değilsiniz, bindiğiniz araba değilsiniz, kredi kartlarınızın limiti değilsiniz, sizler iç çamaşırı değilsiniz, sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz! Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz! Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz!”

"Eğer bedenimde bir tümör oluşmuşsa bunun sebebi Marla’ydı. O dudağınızın kenarındaki bir yara gibiydi. İyileşmenin tek yolu dilinizle kurcalamamaktı.Ama kurcalamadan da duramıyordunuz."

” Bizim neslimiz Büyük Depresyon’u ya da Büyük Savaş’ı yaşamadı. Bizim savaşımız ruhsal bir savaş. Bizim depresyonumuz kendi hayatlarımız.”  

” Tüm umudunuzu kaybetmek özgürlüktür.”

“Uykusuzken hiç bir şey gerçek görünmüyor. Sanki her şey uzakta. Her şey suretin, suretinin sureti…”

“Peşinde Olduğun İnsanlar Muhtaç Olduğun Kişiler.. Yemeklerinizi Pişiriyoruz, Çöpünüzü Topluyoruz,
Telefonlarınızı Bağlıyoruz, Ambulanslarınızı Sürüyoruz, Uykunuzda Sizi Ko-ru-yo-ruz.. O Yüzden Bizimle Oynama..”

“Dövüş Kulübü’nün birinci kuralı… Dövüş Kulübü hakkında konuşmayacaksınız.
Dövüş Kulübü’nün ikinci kuralı… Dövüş Kulübü hakkında KONUŞMAYACAKSINIZ.



“Eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. Bu anlamsız güzel baskılı kağıttan okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek. Yapacak başka işlerin yok mu? Hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun? Yoksa
saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin? Okuman gereken her şeyi okur musun? Düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün? Sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? Apartmanından dışarı çık. Karşı cinsten biriyle tanış. Lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak. İşinden ayrıl. Bir kavga başlat.Yaşadığını kanıtla. Eğer insanliğini ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksın. Artık uyarıldın. “








18 Nisan 2012 Çarşamba

Kuşatılmış bir ülke ve kaybeden bir adam


             Hemen yanı başında temeli yeni açılmış inşaatın harç kamyonunun çıkardığı gürültü yüzünden her zamankinden erken uyandı. Gene de sabaha karşı ancak uyuyabildiğinden öğlen olmak üzereydi. Sesten çok yeni bir güne uyanması daha çok rahatsız etmişti. İntihar edecek cesareti yitireli çok olmuştu ve Tanrıya şu sıralar inanmasının tek nedeni buydu.  Her ne kadar yorgun olursa olsun yatmadan evvel bunun son gecesi olması için dua ediyordu. Tek bir dua ve oldukça basit, mütevazı. Öyle ya, başkaları neler diliyor olmalıydı o ise sadece ölmeyi istiyordu. Saçları karman çorman ve gözleri yarı açık vaziyette tuvalete doğru seğirtirken aynaya takıldı gözleri. Ne kadar yaşlı, çirkin bir surattı bu. Üstelik daha geçen sabah sakallarını tıraş etmişti. Önceleri bir iki haftalık sakalını kestiğinde altından eh işte yakışıklı diyebileceği bir yüz çıkıyordu; oysa şimdi… Tırmalamak istiyordu bu yüzü, gözünü oymak, burnunu çekiştirip koparmak. Sadece yaşlandığı gerçeği değildi canını sıkan, sıkılmıştı bu yüzden, aynadaki aksinden. Kuşatılmış bir ülke ve kaybeden bir adam. Yarım kalmış bir tahsil, başarısız bir aşk hikâyesi ve bir boka yaramamış çizim yeteneği… Aynadaki aksinde gördükleri bunlardı. Ülkesi adına da bir şey yapamamıştı, hiç değilse bunu yapabilseydim diye düşündü. Alenen bir karşı devrim yapılmış ve seyirci kalmaktan öteye bir halt yiyememişti. Değiştiremeyeceğin gerçeklerin farkında olmak dünyanın en acı şeyi olsa gerekti. Arkadaşı Ercan’ı düşündü, ona göre her şey güllük gülistanlıktı. Ne içeride tutukluluk süreleri cezaya dönüşen insanlardan haberdardı, ne de komşumuzla yaklaşmakta olduğumuz savaştan. Tek yaptığı seçimlerde oy vermekti, bunu da ilk kez geçen seçimde onun zoruyla yapmıştı. Sosyal bir aktivite olarak görmese ona da yanaşmayacaktı. Benden akıllı dedi, ben biliyorum da ne geçiyor elime üzüntüden başka. Bir gün tüm bu gidişat değişse, bu uğurda eylemlere katılan, mücadele eden, hapsi boylayan ve ölenlerden bihaber olacak. Onun ve onun gibiler adına böyle mücadele etmek…
             Sabah kahvaltısını iki zeytin ve bir dilim peynirle geçiştirdi. Yiyemiyordu, yiyemezdi zaten. En azından kahvaltı ederken Ulusal Kanal falan yerine şöyle kalçaların memelerin cüretkârca sergilendiği müzik kanallarında dolaşmayı öğrenmeliydi artık. Pantolonu düşmesin diye dün kemerine bir yenisini daha açtığı son deliğe kadar çekiştirdi. Lanet çorabın tekinden başparmağı fırlayıverdi, diğerindeki delik daha kocamandı ama en azından tabanındaydı. Hani bir misafirliğe gitse dikkatli davranırsa onu gizleyebilirdi, ya bu başparmağı ne yapacaktı. Somurtup dışarı çıktı, inşaat tüm gürültüsüyle devam ediyordu. Gece yarılarına dek devam etmesine rağmen sokaktan kimse şikâyetçi olmuyordu. Kaç gece çıkıp bağırıp çağırmıştı ama destek veren bir Allahın kulu olmamıştı. Biliyordu yan komşusunun yeni doğmuş bir bebeği, karşı binadaki Ali ağbinin hasta anneciği vardı, ona rağmen ses eden yoktu. Eeee, yeter dedi bir gün, üstelik hepsi iş güç sahibi sabah işe gidecekler bense işsizim ne zamandır. Onlar uykusuzluğu dert etmiyorsa ben hiç etmem. Ne zaman böylesine tepkisiz sessiz bir toplum olmuştuk. Yitik ülkenin sindirilmiş veyahut aman bana necileri olmuştuk işte. O halde her şey müstahaktır bize, vur hançerini Batı.
             Günlük birkaç saatini bulan yürüyüşünü yapmak üzere caddeye attı kendini. Yanından son sürat bir araba geçti, içinde henüz 18’lik gençler, camlar açık ve tüm caddeyi inleten iğrenç bir müzik. Onlara belli belirsiz küfür ederken hemen köşede yer tutmuş pilav satan sözüm ona hacının kin dolu bakışlarıyla karşılaştı her sabah olduğu gibi, yanında Polat alemdar giysili ama mohikan saçlı gençlere sanki bir şeyler anlatıyordu kendisiyle ilgili. Demirden korksam kulağıma küpe takar mıydım ulen dedi içinden gülümseyerek ve uzun saçlarını şöyle bir elleriyle okşayarak. Korkuyordu elbet ama sırf farklılıkların var olduğunu anımsatmak ve en azından bir şekilde rahatsız edici olmak adına imajını koruyordu. Geçen çay ocağında selamını almayan malum kişilere çıkışmış, yeğenim biz senin selamını içimizden aldık cevabını duyunca nedense bir benim selamımı içinizden alasınız tutuyor demişti. Allah’ın selamını bile çok görmüşlerdi. Dalgın dalgın yürümeye devam ederken bir araba ısrarla kornasına basıyordu, dönüp bakınca Mehmet olduğunu fark etti. Gel dostum götüreyim gideceğin yere dedi. Yok mok, ben yürüyeceğim dese de binmek zorunda kaldı arabaya. E,moruk napıyorsun iş bulabildin mi bari diye sordu. Umurunda değildi aslında ve bilinçlice soruyordu. Yok, aramıyorum artık, asgari ücretle paralı kölelik yapacak değilim bu yaştan sonra, ama sen iyisin sanırım. Yok be baba dedi adam, bırakacağım bu işi artık herif maaşıma bir yıldır zam yapmıyor. Ne kadar alıyorsun peki diye sordu? İki buçuk milyar, artı yol masrafları sigorta falan. Oğlum araba almışsın ya, hem fena değil maaşın bence dedi. Yok be abi, bizim peder aldı arabayı bana sağ olsun. Benim maaş anca hatunlara yetiyor. Ha! Sahi hatunlarla aran nasıl? Nasıl olsun, sadece bakmakla yetiniyorum dedi. Abi gel götüreyim bir gece bizim beyoğlundaki mekâna kızlar gırla, masraflar benden. Ben çıkmıyorum artık beyoğluna sağ ol, sadece sinema tiyatroya falan bazen,bazen de eylem meylem için belki..Abii boş ver bırak bunları yaa… Ben ineyim artık burada Mehmet, çok sağ ol. Tamam dostum, görüşürüz dedi. Arabadan inerken arkadaşı; oğlum sigaram var mı diye sordu, bir an düşündü var sağ ol dedi. Al bundan yak bi tane sen kim bilir ne içiyorsundur. Malboro'ydu sigara, camdan elini uzatıp aldı bir tane. Araba, egzozundan büyük bir gürültü çıkararak  uzaklaşırken, sigarasını neden aldım sanki dedi. Kırıp atmayı düşündü ama ne anlamı olacak dedi ve yaktı. Mehmet ortaokulu zorla bitirmiş bir çocuk ama malum bağlantıları sayesinde rahatlıkla böyle işler bulabiliyor diye düşündü. Dediği gibi bugün ayrılsa başka bir şirkette yeri hazır olmalıydı. Sistemin çarklıları iyice güçlenmişti. Muhafazakârlık ayağı ile giriyordu bu işlere ama her gece barda, gönlüm hovarda diyordu. Ulan böyle işin…
               Sonra çiftleşmekte olan kedileri sopayla kovalayan ahlak müsveddeleri, yapılmakta olan yeni bir avm,hafifçe birbirlerine çarpan iki şoförün az sonra muhtemel başlayacak olan kavganın ısınma küfürleri,birbirinden güzel hatunlar ve çoğunluk kollarına girdikleri bir hanzo,bir serseri,bir para babası..kızların tercihleri de bi acayip. Balkondan fırlatılan ve aşağıda patlayan bir çöp poşeti, köşe başında dilenen bir kadın kucağında bir iki aylık bebeği,yeni bir avm inşaatı daha,ezan sesi,sokak satıcıları,iki adımda bir ele tutuşturulan x mağazanın reklam kâğıdı,annesinden en az elli adım ötede caddeye ha çıktım ha çıkacak çocuklar ve annesinin değil ama onun ağzının yüreğine gelişi,size kart verelim mi diye yolunu kesen kötü makyajlı müşteri çekmeye çalışan bir bankanın hatunu,kaldırımların devasa genişlediği caddenin çük kadar kaldığı yolda acı acı sirenini çalıp yol almaya çalışan bir ambulans.ve vıdı vıdı vıdı vıdı....Ulan İstanbul seviyorum seni.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...