21 Ekim 2016 Cuma

Sonun başlangıcı

Sonun başlangıcı...

Bir yazar; ‘Benim için en güç yazılan, en son yazıdır’ demiş. Ben de meslek hayatımdaki ve Yeniçağ’daki bu son yazımı gözlerim yaşlı, güçlükle yazıyorum.
Başarılı aktör sahneyi, suflörden uyarı almadan terk edermiş. Ben hâlâ gene de “son” diyemiyorum ama sahneden artık ayrılmak zorundayım. Okuyucularımdan beni bağışlamalarını rica ediyorum...

Atatürk Cumhuriyeti’nin 89. yılını “sözde” kutlarken, ilk muhteşem yıllarından sonra, son 10 yılda Cumhuriyet’in, ordusu ile gençliği ile tasfiye harekatı başarıya ulaşmakta.

“Yıllar yorgun”, ben 89 yaşıma basarken çok yorgunum. Atatürk Cumhuriyeti’nin en parlak, aydınlık yıllarını yaşadıktan sonra bu karanlık yılları yaşamak bana çok ağır geliyor! Biliyorum şimdi ileride Cumhuriyet büyük tehlikelerle karşılaşırsa mücadele etmek, yazmak için çok sebep var.

Ama şimdi “pilim” bitmek üzere! Şarj edecek  halim ve zamanım yok.

Babama verilmiş sözüm vardı: Kore savaşına giderken verdiği tabancayı, ancak görev bittikten sonra kılıfına sokacaktım. Atatürk ve Cumhuriyet yolundaki mücadelemde de “kalemi”, ancak görev bittikten sonra yerine koyacaktım. Ama babam beni bağışlasın çok yoruldum.

Yazarlığa başladığımdan beri Türkiye’de, dünyada çeşitli gazete ve dergilerde binlerce yazı yazmışım.

Değerlendirmelerimde hatalarım olmuş olabilir, ancak Atatürk milliyetçiliği çizgisinden hiç ayrılmadım. Koliler dolusu yazı biriktirmişim. Eşim,  “Bunları ne yapacaksın” diye sordu... “Yakın” dedim “Ne işe yaradılar ki bundan sonra neye yarayacak!” Türkiye Cumhuriyeti gözlerimizin önünde yok ediliyor.

Bugün ülke ve dünya haberlerine bakıyorum... Yazılanları okuyorum... Her şey değiştikçe, aynı kalmış. Hatta beter olmuş. Benim yazdıklarım, söylediklerim, yılların yalan rüzgarları karşısında “ok meydanında buhurdan” gibi kalmış...

Donkişot gibi yel değirmenlerine saldırmışım ve gerçekleşmeyecek rüyalar peşinde koşmuşum. Yorgun düştüm.

*** *** ***
Korkarım ki bundan sonra ülkede çok vahim gelişmeler yaşanacak. Atatürk’ün Cumhuriyetinin yerine 2. cumhuriyet mi olur? Erdoğan’ın saltanatı mı olur? Bir devletin kurulması hazırlıkları var. Allah bana o günleri göstermesin. Ancak bu felakete engel olacak umut ışıklarını milletimde göremez isem, Namık Kemal’in söylediği gibi mezar taşıma yazılsın:  “Vatan mahzun, ben mahzun”!

Ancak bu vedanın ucu açık: Gene de havlu atmıyorum, pes demiyorum; önce ömrüm vefa ederse, gene kılıcımı -kalemimi- kullanacağım. Kuliste replik bekliyorum!

Bana “ülkeyi kurtarmak sana mı kaldı” diyorlar. Doğru bana kalmadı hepimize kaldı, hepimizin görevi... Ama ben vazifemi yaptım... Vicdanım rahat...

Yeni tazminat davaları ve cezalarıyla gazeteye yük olmak ve eşime zarar vermek istemiyorum artık.. Beni bağışlasınlar.

Evet pes etmiyorum... Allah kısmet ederse en son yazımı ülkemizin bu karabasandan kurtuluşunun bayramını teyit etmek için yazacağım.

“Şimdilik elveda” sevgili okuyucularım. Allah’a emanet olun. Asıl, sevgili Türkiye, Allah’ıma emanet ol!

*** *** ***
Atatürk’e son bir vazifemiz var; bir TV programı için O’nu yakından görmüş, yanında bulunmuş eşimle birlikte 10 Kasım’da Anıtkabir’de mübarek huzurunda bulunacağız... Orada öleceğimizi bilsek de...

Altemur KILIÇ - 30 Ekim 2012 - Yeniçağ

Atatürk'ün silah arkadaşı Kılıç Ali'nin oğlu usta yazar Altemur Kılıç'ın son yazısı. Mekanın cennet olsun :(((

20 Ekim 2016 Perşembe

iki günlük tereddüdün ardından paylaşıyorum :)



Merhaba. İlk defa ne yazacağımı bilerek geçtim bloğun başına. Aslında vakit öldürmek, bir meşgale olsun maksat. Zaten konu da meşgale başlığı etrafında dönüp duracak. İlk defa sizden birazdan yazacaklarım hakkında fikrinizi beyan etmenizi isteyecektim. Lakin öncesinde bir iki blog okuyayım dedim, enteresan çoğu sanki ben yazmadan yazacaklarıma cevap vermişler sayfalarında. Ve genel bir karamsarlık hâkim, üstelik benden bile fazla. Havalara bağlıyorum bu durumu yoksa bunca karamsar fazla gelir bir ülkeye.

36 yıl öyle gelip geçti ve belki de bir o kadar ömür kalmadı geriye. Yani zaman hızla akıp geçiyor ama gene de insanoğlu sıkılmamak adına kendine bir takım meşgaleler arama telaşında hem de ömrünün her döneminde. Zamanın bu kadar kıymetli ve acımasız olduğunu bilmemize rağmen neden bazen tüketmek adına yalandan bir şeylerle uğraşıyoruz. Yaman bir çelişki değil mi bu?

Merak etmeyin bende sizin gibi canı sıkılanlardan biriyim sevgili okurlar. Yukarıda bahsettiklerime rağmen bende sıklıkla meşgaleler arayıp duruyorum. Ama daha ziyade zamanı tüketmek için değil de yaşamdan daha fazla keyif alabilmek adına. Evet, evet biliyorum aslında sadece yaşamak bile keyif almak için yeterli bakmasını bilene, ama gene de ne bileyim işte.  Hani çokça yeteneğim var yazabilirim, iyi bir çizerim, sağlam bir basketbol oyuncusuyum falan filan. Ve aslında bunları yapmak için bir yeteneğe de ihtiyacı yok ya insanın, keyif alıyorsa ne ala.


Şimdi gelelim asıl konuya ve sanırım bu noktadan sonra beni birçoğunuz kınayacak şaşıracak ne bileyim, ama sadece bir düşünce ve sizle paylaşmak istedim.  Yahu arkadaşlar evleneyim ulan diyorum. Hayır, bir aday falanda yok, sadece hmm bu olur, bak bu da olur, aslında şu da neden olmasın ki diye düşündüğüm kızlar var. Buraya kadar gayet normal yazdıklarım. Neden evleneyim diyorum biliyor musunuz, bir meşgale olsun istiyorum, cidden. Hani karı dırdırı, çocuklar, geçim derdi falan derken bir bakmışsın geçivermiş koca bir ömür, oh be :) hani sorumluluk kişilik sahibiyse insan öyle sıkılınca bırakabileceğin bir meşguliyette değil bu.  Zaten özellikle âşık olmamaya imtina ediyorum. Bir kere yaşadım ve getirdiklerinden çok götürdükleri kalıyor bünyede. Ve bence kötü bir hastalık. Sevgi saygı daha önemli şeyler kanımca. Hem uzmanların ağız birliği ettiği üzere bitiyormuş bir süre sonra aşk, geriye şanslıysan bu saydıklarım kalıyormuş. Tek sıkıntı karşı tarafa karşı ne kadar ahlaki olur bu durum? Yok, cık olmaz ulan.  Ne saçma bir düşünceymiş bu :) hatun benim canım sıkılmasın diye tabir yerindeyse bir hobi olacak öyle mi. Hafta sonu sudoku çözmek gibi :) neyse paylaşmak bile ayıp olur normalde bu yazıyı şimdi idrak ediyorum. Lakin sırf gülesiniz diye yayınlayım bari… Sevgiyle kalın, hoşça kalın.

5 Ekim 2016 Çarşamba

Dikkat ! bu bir sinema yazısı değildir.


,İnterstellar. Muhteşem bir film ve sanırım bugüne dek izlediğim en iyi bilimkurgu film diyebilirim. Blade runner ,2001 bir uzay destanı, solaris,contact ve stalker’lar gibi başyapıtları izlemiş biri olarak söylüyorum bunu. Filmden bahsetmeyeceğim izleyin diyorum sadece ama sanırım yazıya filmde geçen bir replikten yola çıkarak devam edeceğim:

“ eskiden gökyüzüne bakar yıldızlar arasındaki yerimizi merak ederdik. Şimdi ise yere bakıp topraktaki yerimiz için endişeleniyoruz.”

İstanbul. Benim caanım İstanbul’um. Üzerinde yaşayan hiç kimsenin memleketi saymadığı kendisiyle özleştiremediği şehir. Zaten her yerleşen yenilmesi gereken bir düşman gibi görüyor. Yeşilçam’dan hatırlayın, adam yedi tepeden birine çıkıp mikeceğim ulan seni İstanbul diye haykırır. Ve her birinin hayali emekliliği gelince doğduğu topraklara dönmek veya güneyde bir yere yerleşmek. Çoğu başarıyor da bunu ve giderken mutlaka bu şehrin bir parçasına tecavüz etmiş oluyor. Pikniğe gidip gün boyu eğlenen oksijenini soluyan ve işi bitince tüm pisliğini oraya bırakan magandalar gibi hatta bazen tüm ormanı yakan, bilerek veya bilmeyerek. Alıcam seni diyerek ırzına geçilen masum bir bakire gibi. Sümüğünü silince atılan bir mendil gibi. İşte özellikle son bir asırdır insanoğlu yaşadığı gezegene de bu gözle bakmaya başladı. N’olcak dünya olmazsa marsa Jüpiter’e ne bileyim galakside gezegenden bol ne var canım… Topraktan uzaklaşıyoruz her geçen gün ve bu hiç iyi değil. Geçen okuduğum bir makale tüm melanetin tarım devrimiyle başladığını savunuyordu. Tarım devrimiyle yerleşik hayata geçtik. Sahiplenme sınırlar çizme ve takas ile ardından para denilen şey böyle başladı. Hatta toplu yaşamın verdiği bir hediye salgın hastalıklar bile böyle başladı. Bugünkü dev gökdelenlerin temeli masum barakalardan gelir. Yazının önermesi şuydu: insanlık avcı toplayıcı olarak kalmalıydı. Doğaya hükmetmeye başladığımız ilk an aslında yok oluşumuzun başlangıcına imza attığımızı bilmiyordu atalarımız. Lakin hala geç kalınmış değil yerimizi ve haddimizi idrak edip elbirliğiyle düzeltebiliriz her şeyi. Yapmamız gereken yukarıdan medet ummak değil bastığımız yere odaklanmak. Hepimizin bildiği gibi kaçmak asla çözüm değildir, kalıp mücadele etmeliyiz. Belki zor ama doğru olan bu. Geçen cast away’i izledim tekrar, uzun yıllar ıssız bir adada mahsur kalan kahramanımız kurtulunca dönüşünü kutlamak için evinde ufak bir parti verilir. Parti sonunda adam herkesi yolcu eder ve dönüp yemek masasına bakar. Birazdan çöpe atılacak yemek artıklarına… O masada kalan artıklar adada yaşadığı beş yılda tükettiğinden daha fazladır. Kahramanımız bakar ve eminim şöyle düşünür bunlarla bir on yıl hayatımı idame ettirebilirim.


Bana gelirsek, iyileşiyorum işte. Ancak doktorları pek dinlemeyip dışarı kaçıyorum bazen ve şu an olduğu gibi omuriliğim birkaç gün fena ağrıyor. Hala sol kolumu kullanamıyorum ve koca yazıyı tek elle yazdım. Ne yapabilirim elimde değil, dışarı çıkmazsam mental sorunlarım baş gösterecek diye korkuyorum. Güneşi görmek rüzgârı hissetmek istiyor hem bedenim hem ruhum. En çokta insan insan istiyor. Sürü hayvanıyız malum ve zaten gene çoğu saçmalık bundan besleniyor ya. Bir gruba dâhil olmak kabul görmek için neler yaptığınızı bir düşünün bakalım. Ne kadar basit canlılar olduğumuzu anlarsınız. Bunu derinlemesine açıp ahkâm kesmek niyetinde değilim bu yetkinliğe sahip olmama rağmen. Son bir yıldır güzel, umut var şeyler yazdığımı düşünüyorum ona rağmen yorumlara bakınca sizi karamsarlığa soktuğumu görüp üzülüyorum. Eğer gene böyle olursa yazmayı kesicem sanırım. Zaten okuyan telve ve narda var sadece. Evet, size diyorum kızlar :) ah unutmadan sayfaya yeni gelen bahtsız arkadaşlar profilinizden blog adresinizi bulamadığımdan bakamıyorum bilginize. Profil ikonunuza tıklayınca sadece takip ettiğiniz bloglar var adresinizi de oraya ekleyin bilginize, ben nasıl yapıldığını unuttum maalesef. Bir başka yazıda görüşmek ümidiyle. Hayat güzel anın tadını çıkarın çünkü tek gerçek şu yaşadığımız an. Bye bye :)))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...