22 Temmuz 2014 Salı

Di’li geçmiş zamanın delisi


Düşündüklerimi yazabilmeyi çok isterdim, söyleyebilmeyi, en önemlisi ise yapabilmeyi. Aynı gibi görünse de aslında birbirinden oldukça farklı şeyler bu üçü. Pek olmasa da bazen, bazen… Bazen ağzımdan çıkanları öncesinde düşünebilmeyi…
Aslında düşünüyorum da en çok rahatsız eden eyleme geçtiğim hemen hiçbir şeyi birden yapamamak. Kılı kırk yararak, sık gözlü bir süzgeçten geçirmeden asla eyleme geçemiyorum. Ne çok şeyi ıskaladım bunun için, ağız tadıyla bir pişmanlık bile yaşayamadım ve yıllar sonra en büyük pişmanlığım olup çıktı bu durum. Düşünceler, düşünceler, düşünceler… Kafa da bir milyon tane senaryo kurgulamak ve hemen hepsi mutsuz sonlu. Bir süre sonra akıl sağlığını bile sekteye uğratıyor bu halet-i ruhiye. Nedense aklıma Mr. Nobody filmi geldi gene, neden gelmesin ki. Bir yaprağa üfleyip akışına bıraksana yahu levo. Düşündükleri düşünmenin ötesine geçemiyorsa düşünmeyi bırakmalı mı insan? “yağmur bulutu unutunca, dalında gülü kurutunca, yar benden utanınca, düşündüm düşümden ayrı kaldım.” Bir alakası olmasa da akla düşen bu şarkıyı iliştiriverdik sayın okur. Okur dedim de, okuyanda kalmadı sanırım, demek doğru yolu bulduk gene. Geceyse şayet şimdi olduğu gibi ve radyo 3 açıksa ve de klasik müzik çalıyorsa saçmalamakta sınır tanımıyorum; bunu anladım. Bu arada tıpış tıpış sandığa gidip bana dayatılan adaya oyumu vereceğim. Giydiğimiz kottan, dinlediğimiz müziğe izlediğimiz filme kadar bize dayatılan o kadar çok şey var ki çoğunun farkında bile olmadığımız n’olacak ki sanki… “Three days of the condor” yıllardır adını anımsayamadığım için bir türlü izleyemiyordum. Tv8’de güzel bir sinema programı var keşke adını bilsem yazardım buraya, izleyin o programı çok kaliteli, sayesinde kavuştum bu filme. Ulusal Kanal reklam arası zaplarımda rastladığım ender güzel programlardan biri. Of! Sıkıldım işte, yazıya devam etmek laf kalabalığından öteye geçmez gayri. Bence çok anlamlı kısacık bir fıkrayla sonlandırayım. Dursun Temel’e demiş ki: uy Temel ormanın güzelliğini göriymisun? Temel: “Ula ağaçlardan bir şey görünmüyor ki” . Anlamadınız mı? O halde bir daha anlatayım. Dursun Temel’e demiş ki… Şaka şaka. Hadi bye.

Bu arada yarın Amy Winehouse'u kaybedişimizin üçüncü yılı olacak.Tanrı böyle bir sesi bize çok gördü diye düşünüyorum.Bir şarkısıyla yad edelim :


15 Temmuz 2014 Salı

Türk Sinemasının 100.Yılı


Geçen televizyonda son anda duydum ve sanırım çoğu kişi bundan bihaber. Bu yıl ilk olarak “Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belgesel ile yola çıkan “Türk sineması” 100. yaşını kutluyor. TC.Kültür ve Turizm Bakanlığı bu bağlamda 100 yılın en iyi 100 filmini seçmeyi biz izleyicilere bırakmış. http://100yil100film.gov.tr/ adlı siteye girerek sizde oy kullanabilirsiniz. Filmler a’dan z’ye alfabetik olarak sıralanmış ve toplam 10 oy hakkınız var. Listedeki filmlerin bir çoğu  öyle güzel seçilmiş ki insan tercih etmekte zorlanıyor. Sanırım ayrıca listeye film önerebileceğiniz bir linkte ayrılmış. Ben “ah ne güzel! dur şunu birde şunu tıklayım” derken ne yazık ki son üç film kala sınırlı tercih hakkım olduğunu fark ettim ve iş işten geçti :) Belli bir akademik grubun bizler için seçtiği 311 film arasından tercih yapılıyor anladığım kadarıyla ve şimdi dönüp baktım da sıralama sadece alfabetik değilmiş yapım yılı ve yönetmen adına göre de bir sıra oluşturulmuş. İlgilenenlere duyurulur. Bende hakkımı kaybetmiş olsam da asli listemi aşağıya yorum kısmına iliştiririm. Kolay gele :)

A)Ah belinda- adı vasfiye-ağır roman- ah güzel İstanbul- arabesk-asiye nasıl kurtulur- aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni
B)Berlin in Berlin,bereketli toprak üzerinde
C) Canım kardeşim
Ç)çiçek Abbas- çıplak vatandaş-çöpçüler kralı
D)Duvar
E) eşkıya-eve dönüş
F)Fahriye abla
G) gölge oyunu- gemide-gramafon avrat-gurbet kuşları
H)hababam sınıfı
I) ıssız adam
İ)
K)kapıcılar kralı,kibar feyzo,kış uykusu,komiser şekspir
L)
M)Muhsin Bey
N)namuslu-nefes:vatan sağolsun
O)
Ö)
P)
R)
S) sarı mersedes-selamsız bandosu-selvi boylum al yazmalım-sevmak zamanı-sürü-susuz yaz-süt kardeşler
Ş)Şalvar davası
T)tabutta rövaşata- teyem-Turist ömer
U) Umut
Ü)üç maymun
V)Veda-vesikalı yarim-vurun kahpeye
Y)yalnızlar rıhtımı-yengeç sepeti-yer demir gök bakır-yol
Z)Zübük- Züğürt Ağa

Sonuç olarak 12’ye düşürebildim:

AH BELİNDA
AH GÜZEL İSTANBUL
ADI VASFİYE
DUVAR
EŞKİYA
GÖLGE OYUNU
GURBET KUŞLARI
KIŞ UYKUSU
SELVİ BOYLUM ALYAZMALIM
SÜRÜ
SUSUZ YAZ
TABUTTA RÖVAŞATA

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Antigone


İnönü’nün Savaştepe Köy Enstitüsü’ne yaptığı gezi sırasındaki kitap olayını duymayan kalmadı: Tuğla ocağına giderken, kümes nöbetçisi Hatice’yi görüyor. Çağırıp azık torbasında ne olduğunu soruyor. Peyniri, ekmeği ve köftesi olduğunu söylüyor. Başka ne var, açtırıyor torbayı. Milli eğitim Bakanlığı’nın klasikler dizisinde yayımlanmış olan Sophokles’in Antigone kitabı çıkıyor. İnönü’nün gözleri yaşarıyor, yanındaki Genel Kurmay Başkanı Abdurrahman Paşa’ya dönüp, “Paşam görüyorsunuz bu klasikler daha yeni çıktı. Ankara’da bile okunmuyor, ama benim çocuklarım Antigone okuyor. Köylümüz kentlimiz, erimiz generalimiz kumanyasına ne zaman kitabı da ekleyecek duruma gelirse, o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş demektir.” diyor. Hatice ekliyor: “Efendim ben değil, tüm enstitü okuyor bu kitabı.” (Türkoğlu,1997,s.251) – Tonguç ve Köy Enstitüleri)

Yeniden Leman



Tatil dönüşü bir dinlenme tesisinde telaşla sigara üstüne sigara tüttürürken gözüme zamanında müdavimi olduğum Leman dergisi ilişti. Dergi doksanlı yılların ortasında biz lise öğrencilerinin (bir kısmının)vazgeçilmeziydi. Mizahın yanında asıl önemli olan yurt haberlerini ondan alıyorduk. Üstelik yaş itibariyle sıkıcı bulduğumuz gazete haberlerinden daha renkli ve farklıydı. Adeta üçüncü gözümüzü açmıştı. Eleştirel bakış açısını, madalyonun bir de öteki yüzü olduğunu buradan öğrenmiştik. Nesnel ve tarafsız habercilik yapıyor, iktidara asla biat etmiyordu. Haksızlık etmeyim, elbette o dönemde çok iyi gazeteler ve köşe yazarları vardı muhakkak. Ama haberi mizahla süslemek, eğlenceli çizgilerle bezemek kuşkusuz biz gençliğe daha sıcak geliyor olmalıydı.

Uzun yıllardan beri alıp okumuşluğum yoktu, bakalım nasıl bir yol almış diyerek satın aldım. Birincisi fiyatının iki buçuk lira oluşu bana çok fazla geldi. Bir öğrencinin alıp okuyabileceği fiyatın çok üzerinde. Kapak çizimi çok baştan savma geldi ve bence olması gereken kadar vurucu değildi. Kapağın arkasındaki Sefer Selvi gayet başarılı, isim tanıdık gelmekle beraber, yanılmıyorsam dergiye yeni katılan bir isim olsa gerek. Gene yukarıda paylaştığım Sefer&Güneri imzalı “tebliğ yanığı” esprisi beni en çok güldüren kare oldu ve pekâlâ kapak konusu olabilirdi. Daral Timsah hâlâ devam ediyor ama Çağçağ’ın çizim tekniği daha sadeleşmiş geldi bana eskisi daha iyiydi. Güneri İçoğlu ve Atilla Atalay eskisi gibi yazmaya devam ediyor, sevindirici.


Ulan keşke Bayan Yanı’nı da alsaydım diye hayıflanırken orta sayfada Feyhan Güver’in Bayır Gülü, Ramize Erer’in Kötü Kız’ı ve onlara göre daha yeni bir isim olan İpek Özsüslü ile karşılaştım. Bu kızlara hayranım ama şaşırdım, Bayan Yanı artık devam etmiyor mu yoksa? Bezgin Bekir bıraktığım yerde:)seviyorum bu adamı. Felat Delibalta yeni bir isim, fena değil. Kıllanan adam, hain evlat ökkeş, öğreten adam ve oğlu hepsi yerli yerinde, ne mutlu :) Çağçağ’ın Kozzi karakteriyle yeni tanıştım; Timsah’ın bir türevi gibi. Son sayfa ise Suat Özkan’ın Kırık Leblebi’sine ayrılmış. Sonuç olarak, nostaljik mi bakıyorum bilmiyorum ama sanki eski tadı alamadım ben. Bahadır Boysal, Fatih Solmaz, Selçuk Erdem, Erdil Yaşaroğlu gibi isimleri aradı gözler. Nihat Genç’in yazılarını da öyle. Sanırım daha aklıma gelmeyen birçok çizer Penguen, Uykusuz gibi dergilere dağılmış olmalılar. Bir ara diğerlerini de alıp burada kritik edeceğim. Mizah dergileri hep var olmalı, okuyalım okutalım der iyi günler dilerim.

4 Temmuz 2014 Cuma

iyi ki doğdun K.


Dün Doğum gününmüş kusura bakma atlamışım.41 yıllık ömre bu kadar eser bırakmak...
Majör depresyonda olmasaydın-evet öyleydin-çıkmazdı bu şaheserler.Demek ki neymiş sahip çıkmalı sevmeliyim bu durumu:) Geçen bir dizide gregor samsa böcek ilaçlama şirketinden geldik dediler.Dün müydü? tesadüf müydü? Kabul et iyi göndermeydi.Sevgiler...

3 Temmuz 2014 Perşembe

Yaşar ne yaşar ne yaşamaz


Sıradaki kitap üstat Aziz Nesin’in ölümsüz eseri “ Yaşar ne yaşar ne yaşamaz.” Daha önce filmini izlemişte olsam gene de okumaya karar verdim; iyide yapmışım. Yeni ayırdına vardım ki yazın, hele de tatilde iseniz bu tarz kitaplar okumalı insan. Bolca serotonin ağırlıklı aldığım antidepresan ilaçları, yediğim çikolatalar, deniz kumsal beni bu kadar keyiflendirmedi. Öykünün bu kadar seviliyor oluşu hepimizin az çok bürokrasinin bu topal ayak, arızalı işleyişine maruz kalışımız diye düşünüyorum.

Yaşar daha doğmadan nüfus idaresindeki bir hata sonucu Çanakkale savaşında ve dersimde şehit olmuştur. Babası yahu bu hesaba göre bu çocuk daha ben doğmadan iki yıl önce dünyaya gelmiş diye itiraz etse de fayda etmez. Nüfusu olmadığı için okula gidemez yaşar. Beşik kertiği ile nikâh kıyamaz, babasından hak olan mirası alamaz ve de hiçbir işe giremez. Gel gelelim, devlete bir borcu varsa, askerlik çağı geldiyse kısaca zararına ne iş varsa, devletin nazarında yaşıyordur Yaşar. Gene de ısrarla didinir durur. Bir yandan iş tutturmaya öte yandan nüfusunu çıkarmaya, ama nafile… Gün gelir ulan ben devletten iyimi bilirim. Koca devlet yaşamıyorsun diyorsa doğrudur diyerek intihar etmeye karar verir. Raylara uzanır. Tren, tarifesinin üzerinden saatler geçse de rötar yapıp uğramaz bir türlü. Yaşar, yahu bu milletin işi gücü var, nerede bu tren diye yakınsa kaç yazar. Fare zehri içer nafile, zehirden çalmıştır şirket, tatlı bir kafa yapar o kadar. Kafasını ocağa dayasa gaz desen hava gazı. Bir bıçak alıp bitireyim işi der, bir kahve aramasında polis üzerinde bulur kodese tıkar. Anlayacağınız ölmekte öyle kolay zanaat değildir bu memlekette. Derken yavuklusundan çocuğu olup, “ efendi sen bu deftere göre çocuğun babası olamazsın” diye evladına da nüfus çıkaramayınca şirazesinden çıkar ve Allah ne verdiyse eşiktekinden beşiktekine söver ve sonunda hapse tıkılınca damda anlatır durur yaşadıklarını mahpus arkadaşlarına. Kodeste geçen günlerde yaşamın zorluklarını daha bir öğrenir. Cezası bitip de tahliye olduğunda hayatın sillesini defalarca yemiş bu adam adeta üç mektep okumuş gibi akıllanmış adeta bir Kara Kaplı Nizami Bey olup çıkmıştır.

İçerisinde birçok öykü barındıran bu kitabı hâlâ okumadıysanız vaktidir diyorum; olmadı oyununu izleyin veya filmini seyredin. Gülmekten kırılacak, zaman zaman hüzünlenecek, kendi yaşamınızdan çok şey bulacaksınız.

Keyifli okumalar…

Salkım Hanımın Taneleri



Evet, tatilin ikinci kitabını da okudum. Yılmaz Karakoyunlu’nun zamanında mebusluk yaptığını da anımsıyorum. Baktım, 95’te Anavatan partisinde görev yapmış. Kitap, kapağın arkasında da gayet güzel özetlendiği gibi İnönü döneminde bir defaya mahsus olarak çıkarılan ve ağırlıklı yükü gayrimüslimlere dayandırılan Varlık vergisini ve bu uygulamaya maruz kalan insanların çektikleri zorlukları, bundan pay çıkarmayı bilen bir takım kişilerin ise nasıl sınıf atladığını güzel ve bence nesnel bir şekilde anlatıyor. Salkım hanımın taneleri ise bir nevi, kuşaktan kuşağa geçen aristokrasinin simgesi gibi.


Öyle çok iç içe geçmiş karakterler ve birbiriyle dolaylı yoldan ilişkili olay örgüsü var ki bir yerden sonra okurun takibini ve sabrını zorlaştırıyor. Beni en çok Halit Bey ve kiremit gözlü Nefise kendine çekti. Suzan ve Hilmi beyin hikâyesi de bir hayli ilginçti. Bu zorlama vergilendirme dönemini sinsice kullanmayı bilen Durmuş ’un   “yürü ya kulum” tadında yükselişi iyi işlenmiş ve ders vericiydi. Sanırım çoğunun aksine ben Nefise’ye gene de kızamadım. He ne kadar sadakatsiz ve hain bir kadın olsa da onu bu noktaya getiren dramatik olaylar hafifletici bir etken gibiydi. Ya da ben yine her zaman ki gibi salakça, kadınlardan yana olan tavrımı sürdürüyorum ve nedense özellikle güzel kadınlara. İşte böyle… Okumazsanız pek bir şey kaybetmezsiniz. Zaten büyük ihtimal filmini izlemişsinizdir. Şöyle söyleyeyim anımsadığım kadarıyla beyaz perdeye aktarılanı ile çok farklı yanları var. Konu birebir işlense de karakterlere verilen ağırlık film ve romanda ayrı. Ha! Borçlarını ödeyemedikleri için Aşkale’ye sürgüne gönderilenleri de unutmamalı. Zavallı ülkem işte her dönem sıkıntılar içindeydi. Bu sıkıntı son on, on iki senedir ise doruk noktasında.

-İstanbul’a ilk gelen her insanın yüreğinde ister istemez bir korku vardır. (S.13)

-Bekir temiz adamdı her sabah gusul almadan işe çıkmazdı. Kimi gün peynir tenekesi, kimi gün un çuvalı taşıdığı oluyordu. “ bunlar nimettir; adam taşırken temiz olmalı” diye düşünürdü. (S-13) not: Bekir’de değişti  zamanla bok herifin teki olup çıktı.

-Aslında Nefise hiç gülmemişti. önüne geleni gülmeyi biliyordu ama, içi içine sığmayan savurgan bakışlı toy bir kız gibi herkesin gözü onun üstündeydi. Hayal bile kurmamıştı Nefise… (S-19)

-Her iki kolunu bilekten dirseklerine kadar kaplayan siyah kolluklarını takmıştı. (S31) Not: Bunu şundan aldım,o dönemler esnaf ve memurlar, çalmıyorum hile yapmıyorum anlamında kollarını böyle sıvarlarmış.

-Bu bir soygundur Emin beyefendi. Nasıl hatırlanacağız kim bilir? Kimsenin umurunda mı?(S-52)

-Cumhuriyetin on yılda topladığı verginin yarısını on beş günde almayı kafasına koymuştu. (S-53)

-Bayan Nora’ya da valık vergisi koymuşlar. Tam dört yüz bin lira… Halit bey olduğu yere çöktü. Rengi uçtu. Vapur iskeleye yanaştı. Mösyö Lui koluna girip yardım etmek istedi: bu parayı ödememiz imkansız. Üstelik haksızlık. – bayan Nora’nın vergisi “gayrimüslim” listesinde … Biliyorsunuz tamamen keyfi. – haksızlık bu, haksızlık bu… Halit beyin sesi kendi içinde yankılandı. (s-58)

-Durmuş,İstanbul’un çöküşünü omurgasından yakalamayı kafasına koymuştu. (S-59)

-Beyefendi,Ankara’dan İstanbul’u seyretmek size zevk veriyor mu bilmem; lakin,İstanbul’dan Ankara’yı seyretmek, utançlı bir hüzün kadar ağır ve haksız. (S-64)

-İnsanın kaderini, çiz diye kendine verseler, yaşadığının dışında hiçbir çizgi ekleyemezdi. Durmuş kaderimizin kendi elimizde büyüdüğünü iyi yakalamıştı. Emzirdiğin evlat gibi bağrına bastığın kaderin terbiyesini iyi vermek gerekiyordu. İyi bir terbiye verecektin ki,uysal bir köle gibi sahibine boyun eğsin.(S-122)

- “servetin el değiştirmesi mirasta da olur. Bir servet sınıf değiştiriyorsa, işte o zaman fırsat doğuyor demektir… Her şey alt üst olur. Bütün kültürlerin ahlakını değiştiren olay budur.” (S137)

-Devlet, mükellefin vergi ahlakını bozdu. Cumhuriyetin en büyük ayıbı budur. (S-153)

Anlamakta güçlük çektiğim kelimeler :

planton,muvakithane,iktiza,tallifen,muhtekir,mubassır,sigayaçekmek,teravet,varit,emval,cihanşimal,suzinak tevhid,hercümerç,muhtekiri,talmud ve inşirah.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...