28 Haziran 2017 Çarşamba

"Her ölüm şuursuz bir intihardır."


Biz İnsanlar adlı eserin bir bölümünde böyle demiş Peyami Safa. Benzer bir şekilde bu cümleyi şöyle açıklamaya çalışır. Mesela hastalanırsanız, yolda yürürken kafanıza bir saksı düşer, çalıştığınız fabrikada yanlışlıkla elektrik akımına kapılırsınız, banyo yaparken ayağınız kayar vs. vs. daha birçok örnek. Hemen hepsi aslında bir bakıma sizin dikkatsizliğiniz değil de, nasıl anlatsam… Bilinçaltında artık dayanacak gücünüz kalmamıştır veya yaşam yormuştur sizi, ya da artık kâfidir bu kadarı üstü kalsın dersiniz. Eceliyle bir döşekte 90 yılın sonunda son nefesinizi vermeniz bile işte bu şuursuzca intiharınızdan kaynaklanır. Peyami Safa’nın savı bu, daha doğrusu romandaki bir karakterinin düşüncesi bu yönde seyreder.  Katılır katılmazsınız ve biliyorum binlerce tezle kolaylıkla çürütülebilecek bir varsayım bu. Ancak birkaç kişi için geçerliliği vardır diye düşünüyorum.

Bugün rezil zor bir gündü. Çok değil birkaç saat önce bulunduğum ortamdan uzaklaşmak için kendimi dışarı attım. Yağmur şimdi olduğu gibi aynı şiddetle yağıyordu ama eminim beni ıslatmıyordu nedense. Olabildiğince arka, karanlık sokaklarda yürüyordum. Kafamda binlerce düşünce… 22 yaşıma bastığımda kimin söylediğini hatırlamadığım o söz aklıma geldi. “oğlum çift rakamlı yaşlara dikkat et”. Bir hurafe batıl inanç kuşkusuz, ancak tam on bir yıl sonra nasıl becerdiyse beynimin en dehliz köşesinden çıkıverdi. Hadi lan diye hafif bir tebessüm ederken karşıda park halindeki araçtan Levent diye seslendi biri. İlk ve ortaokuldan bir arkadaşım, kafasındaki takkesi ve çember sakalıyla tanımam güçtü ama geçenlerde benzer biri yoldan geçerken korna basıp selam vermişti, uzunca düşündükten sonra çözmüştüm kim olduğunu; oydu. Naber Cemal falan diye karşılıklı hal hatır sorduktan sonra, işte kaçınılmaz olan sorular gelmeye başladı peşi sıra, geçen 15 küsur yıl ne yapmıştım. Acelem var dedim. Hanım mı aradı dedi, bekârım dedim.  O evlenmiş elbette, çoluk çocuk eh bir işte tutturmuş… Allah daha ziyade etsin.  Başka zaman bu gibi durumlarda o kişiye gene uzunca yıllar görmeyeceksem yalanlar döşenirim. Bir iş uydurulur hemencecik, hala bekâr mısın sorusuna eli kulağında anlamına gelecek kısa bir öykü… Hatta sordu diyelim kızın adını nereli ne iş yaptığını bile ikilemeden anlatırım. Hatta öyle iyidir ki yaşamım karşı tarafı kıskandırır belki :) Bu sefer öyle olmadı döküldüm durdum, anlattıkça sefaletimin boyutlarıyla bir kez daha yüzleştim sanki. Okul yarım kaldı, kötü bir aşk tecrübesi, bir işe tutunamadım, hayata tutunamadım ulan ben Cemal. Dile döktükçe mahzunlaştım, omuzlarım düştü. O hala arabasındaydı bende camına yaslanmış anlatmaya devam ediyordum. Depresyon geliyorum diye sinyal veriyordu. O esnada biri sırtıma vurdu ne oluyo demeye kalmadan biri sol topuğumu çiğnedi, hatta çiğnemek ne kelime balyoz indirdi sanki. Sonra beyaz büyükçe bir minibüsün yanımdan geçtiğini anladım. Oğlum araba ezdi lan beni dedim. Cemal bile anlamadı nasıl, ne zaman, şu köşeyi dönen mi? evet ya işte o. Bir şey oldu mu yakalayalım mı? Yok, önemli değil, zaten n’olacak yakalasak, kazadır olur dedim. Aslında iyi ki çiğnemişti yoksa nereye giderdi bu ağlak konuşma merak ediyorum. Hadi geç kaldım falan diye yürümeye devam ettim. Benim suçumdu işte, o dar sokakta tam dönemeçte o şekilde durmamalıydım. Üstelik daha sohbetin en başında arabaya binmemi rica etmişti. Sohbetin uzamasından korkup kabul etmemiştim. Doğrusu ben öyle sanıyormuşum, şimdi anlıyorum. Bilerek ayakta durmuş olmalıyım. Meraklanmayın bir şeyim yok, hafif bir kızarıklık var topuğumda hepsi bu.  Hangimiz daha kötü durumdayız hâlâ bilemiyorum ülkem mi yoksa ben mi? Dün bir ara arkadaşıma Nazım’ı anlatıyordum. Bu vatan bütün dünyanın tanıdığı iki sanatçı çıkarmıştır yalnızca, biri Nazım diğeri de Fazıl Say diyordum. Meğerse üstat Nazım Hikmet’in doğum yıldönümüymüş.-Dua istedi herhalde- Birkaç gün önce de benimdi :)Dün gece sabaha karşı Ulusal Kanal’da Budapeşte radyosunda verdiği röportajı dinledim kaçıncı kez. Ne çok Türk Milleti, Türk demişsin usta. Hani haberin var mı bilmiyorum, günümüzde ırkçılık faşistlik gibi algılanıyor bu sözler. Hele Millet Ulus diyorsun ki… Ulusalcı mısın yoksa diye soruyorlar bana bazı bazı, haa! Ne ayıp, cık cık! Ulan salak sen o zaman federasyondan yanasın, bölünmeden yanasın. Of! Ne diyeyim ki… Kavramlar bile yer değiştirdi işte, şimdi biz muhafazakâr olduk iyi mi. Evet Ulus devleti, Cumhuriyeti, Laisizmi savunup kollamak muhafaza etmek böyle adlandırılıyorsa siz bilirsiniz.

not: 16.01.2013 tarihinde paylaştığım ama bir okurun ricası üzerine sildiğim yazının tekrarıdır.

22 Haziran 2017 Perşembe

hala I hate everyone !


Ne kötü, anlatacaklarım sona erdi. Belki de sebebi her akşam köşedeki çay ocağında benim yolumu gözleyen gençler olabilir. Pazartesi göbekli tepeyi ve insanoğlunun neden sonra yerleşik hayata geçtiğini ve bunu bu güne dek neden muhafaza ettiğini, dün Hz. İsa’nın doğumu ve evrende yalnız mıyız sorusunu ve bu gece kültür emperyalizmini, pir sultan Abdal’ı konuştuk. Daha doğrusu her zamanki gibi ben konuştum onlar dinledi. Sayelerinde her gece orgazm olup evime dönüyorum. Onları düşünmeye teşvik etmek, ezberlerini bozmak müthiş keyif verici. Son zamanlarda hazırlıklı gelmeye başladı veletler, soruları ve argümanlarını hazırlıyorlar aksi istikamette oldukları konuda. Bu beyhude çabaları daha da keyiflendiriyor esasen. Yazmayla kıyaslandığında konuşmacı Levent’in daha başarılı olduğu muhakkak. Sebebi ise düşüncemin hızına klavye kullanan parmaklarım yetişemiyor, ama dilim bu konuda oldukça eğitimli. Diksiyon kursuna çok hızlı konuştuğum için başvurmuştum zamanında. Sonunda hoca da aynı kanıya varmıştı, dilim düşüncelerimin hızına yetişemiyordu, hele ki kişi sizin kadar bilgiliyse diye ekleyerek ne yalan söyleyeyim gururumu okşamıştı. Gerçi sıkça duyduğum bir şeydir bu ama bunu söyleyen oldukça entelektüel ve üstüne çok seksi bir hatun olunca daha hoş oldu doğrusu. Lakin gene hızımı alamamış olmalıyım ki işte gene karşınızdayım. Çok eskiler yukarıda örnek verdiğim konularda yazılarımı okumuştur zamanında ama son bir yıldır takipçilerim şu anda olduğu gibi laf salatasından başkasına maruz kalmıyor ve doğrusu neden takip ediyorlar pek emin değilim.


Neyse bu çok ayıp olmaya başladı, biraz kendimi affettireyim. Duygu haritası denen şeyi duydunuz mu sayın okur. Sanatın hemen her alanında neredeyse kullanılmaya başlandı. Sadece sanatla da sınırlı kalsa keşke, siyasi söylemlerde buna değişik biçimlerde de olsa maruz kalıyoruz. Örnekse sahilde otururken yanınızdan son model arabasıyla geçen bir hadsiz son ses bir şarkı dinliyor ve şaşkınlıkla fark ediyorsunuz ki sözleri falan biliyorsunuz, zaten melodi hiç yabancı gelmiyor. Artık gelişen bilim insanın duygu haritasını ultraviyole ortamda gözlemleyebiliyor. Hangi notanın hangi sözün hangi duygunuzu hareketlendirdiği kabak gibi gözüküyor. Ve bazılarına göre özellikle bu tarz yapılan müzikler siz dinledikten sonra en az on beş dakika kadar doğru düşünebilme ve karar verme yetinizi sekteye uğrattığını iddia ediyor. Örnekse şu apaçi müziği denilen şey hangimizi bir yerden de olsa etkilemedi ki? İlk tavuklarla başlamışlardı buna, bazı notalarla günde iki kez yumurta almayı başarmışlardı. He bizde kuş beyinlilerden azcık farklı olduğumuz için çok zor olmadı başarmaları. Özellikle alışveriş merkezlerinde neredeyse aynı tarz müziklerin çaldığını fark etmediniz mi. Bir kulak karıştırıcısı almaya gidiyor ve dönüşte aldıklarınız arabanızın bagajına bile sığmıyor. Neydi şu geçen seçimde iktidarın çaldığı şarkı dombe ne ? işte onun gibi. Misal koca yazıda hiç “g” harfini kullanmadım fark ettiniz mi hep aynı yöntem işte ;)

ÖZÜR MAHİYETİNDE
 BONUS :


21 Haziran 2017 Çarşamba

i hate everyone !


Yağmur dinmiş yerini yakıcı güneşe terk etmişti, devamlı gittiğim kafenin en güneşli yerine kurulmuştum her zamanki gibi. Aynı zamanda mekanın tam göbeğine denk geliyor bu masa. Evet, kırılan kemiklerimi güneşle beslemeliyim ancak o an fark ettim ki ne zamandır hangi mekana gitsem tam orta yerine geçiyorum. Oysa uzun yıllar aksine en dip köşelere geçerdim, sıkılgan mizacımdan mı yoksa etrafı gözlemleyebilmek için mi yapıyordum buna emin değilim, belki her ikisi de. Yalnız şuna eminim ki artık mekanların en göbeğine geçme sebebim şüphesiz görünme isteğim, ne zavallıca bir durum bu ama yadsınamaz bir gerçek. Oysa hep bakılan değil bakan olmaktı tüm meselem, peki şimdi değişen nedir ? her geçen gün şehrin nüfusunun artması mı yoksa binaların git gide büyümesi mi, ya da bakılacak bir şey mi kalmadı.

Derken telefonum çaldı ve hemen başımın üzerindeki düşünce balonu dağılıverdi. Eski bir mesai arkadaşımdı arayan, sevgilisinin yakında doğum günü olduğunu ve bir karakalem portresini yapmamı istiyordu. Ne saçma, ben kız arkadaşıma başkasının çizdiği bir resmi hayatta hediye etmem, eminim terk eder beni, ben olsam öyle yapardım, eğer olsaydı kız arkadaşım da böyle yapardı eminim. Allah’ım nasıl ilişkiler bunlar. Gerçi hiç garipsemedim bu aynı şekilde gelen ikinci teklifti. Oğlum picarts gibi ne programlar var, inan birkaç saniyede benim yapacağımdan on kat daha iyi işler çıkarıyor desem de ikna edemedim ve çaresiz kabul ettim. Üstelik daha da sağlam argümanlar sunmuştum ona,şöyle ki; hayatımda tek aşık olduğum kadının portresini çizdikten hemen sonra terk etmişti beni. Sonra uzun yıllar sonra, hoşlaştığım başka bir hatun bu sefer benim resmimi yapmış ve ben terk etmiştim. Ya geçen diğer doğum günü için resmini çizdiğim  kıza ne demeli. Arkadaşımla ateşli bir kavganın ardından ayrılmalarına bizatihi şahit olmuştum.

Sonra kahvem geldi, bir yudum içtikten hemen sonra her zamanki gibi sigaramı yaktım artistik çakmağımla. Ve hemen iki masa ileride güzel bir hatunun beni izlediğini fark ettim. Gerçekten güzeldi ve ısrarlı bakışlarına gülücüğünü de eklemişti. Ama herkes gibi yanılıyordu sandığı gibi yirmilerinde bir delikanlı değildim ben, Dorian Gray’in lanetini taşıyorum. Artık günümüz gençliğinin bunu problem etmediğini ve niyetlerini de üzülerek gözlemliyorum ama hayır aradığım başka bir şey benim. Bu sefer önüme dikilen bir vücut kızla arama giriyor. Oturabilir miyim abi diyor, eskiden tanıdığım başka bir kız. Bir iki yalandan hal hatır sormadan sonra telefonuna sarıldı, iki parmağıyla görünmez bir hızla bir şeyler yazmaya başladı. Kuşkusuz bunların çocuklarının başparmakları mutasyona uğrayıp devasa olacak. Abi kusura bakma ya dedi neden sonra, manitası trip atmış o da ona trip atıyormuş şimdi. İşte şu karşıdaki kızla bundan olmaz sayın okur, o da bana şu trip midir nedir ondan atar eminim. Biz sevgilimize mektup yazar, postaya atardık en fazla yahu. Hayır akranlarımda farklı değil ve bende yüz yaşında değilim. Zaten sakatlık bende biliyorum, fazla mı Sadri Alışık’ın filmlerini seyrettik nedir artık. Öyle olsa gerek, inanır mısınız aşık olduğum tek kadınla ayrılma sebebimiz onun ve ailesinin içtimai mevkiisiydi. Vallahi :) O ayrılık bile klastı yahu, hicran gene hicran mı olacaktı bu aşkın sonu nağmeleriyle az rakının dibine vurmamıştım.

Vallahi isterseniz takibi bırakın artık,tümüyle kafa dağıtmak adına öylesine yazıyorum işte. Yakında tatile çıkıyorum ama onun bile tadı şimdiden kaçtı. Kim bilir belki orada yazacak güzel şeyler çıkar ama şimdilik ekmek budur. Güzel bir plan yapmalıyım,zira hepi topu 12 gün,varsa tavsiyeniz alta iliştiriverin gari. Sevgiler…

9 Haziran 2017 Cuma

yazmasam da olurdu (yani okumasanız da olur )


Bu günlerde kadın erkek ne çok kişiden duyuyorum şu tarz sözleri “ abi seni görünce mutlu oluyorum”- “abi sen ne pozitif bir insansın” – “ abi seni görünce tüm sıkıntım geçiyor” – “abi ne güzel bir adamsın sen” gibi gibi.  Vardır bu tarz insanlar gerçekten ve hep gıptayla bakmışımdır böylelerine. Tanrı’nın böylelerine özel bir şey bahşettiğine inanırım hatta. Yalnız kesinlikle ben onlardan biri değilim. Pozitiflik ve ben ne tezat kavramlar, zaten sürekli okuyanlarımda bana hak verecektir. Dikkat ettiyseniz cümleler hep abiyle başlıyor, yani bunların hepsi benden küçük. Bu vahim bir durum, şayet bu gençliğe bu hissiyatı veriyorsam, oturup bir düşünmek lazım derim ben. Ben ki öyle karamsar bir tipimdir ki sevdalanmaktan bile kaçarım karşı tarafı üzmemek namına. Alkolü bile yalnız alırım zira ancak odamın soğuk duvarları dayanabilir sohbetime, bakışlarıma. Efkar göbek adımdır benim, sevmem mutlu olmayı, beceremem zaten. Hani hiçbir şey bulamazsam ezilen bir kır çiçeğine ağlar, insanlığa küser, bir paket sigara boca ederim ciğerlerime. 60’lara ağlarım,70’lere ağlarım. Dünyanın öteki ucunda bir çocuk ağlıyorsa kendimde kabahat ararım, bulurum da. İyiyim, ne güzel adamım ben demeye falan da hiç çalışmıyorum, sizden biriyim işte. İnsanım ulan, daha ötesi var mı, daha kötüsü var mı ?

Şu kızdan da uzak durmalı, yazık ki yapamıyorum. Bu da ne bencil biri olduğumun düpedüz bir ispatı değil mi. İnsanoğlunun hemen her şeyi bencillik üzerine kuruludur. Bu cümleye takılıp yorum falan yapmayın, düşünün yeter. Emin olun hak vereceksiniz bu tespitime.

Ama benimde kimsede olmayan bir yeteneğim var, şuncacık yazıyı yazarken  uzun esler veriyor kelimelere dökmeden yazıyorum bazı şeyleri ve sizde okuyorsunuz o yazılmayanları, bunu başarabiliyorum. Zaten iletişim için yazmak hatta konuşmak artık yetersiz geliyor ,siz de fark etmişsinizdir bunu. Günümüz dünyası için çok ilkel araçlar bunlar, eminim yakın gelecekte çok daha farklı iletişim kaynakları bulacağız. Konunun burasında izlemediyseniz “Arrival” isimli filmi izlemenizi salık veririm.

Ve momentos abla biliyorum bu tarz sözlerim sıkıyor seni çünkü yerine getirmiyorum bir türlü. Lakin yarın izinliyim, günümü eski yazılarımı aramakla geçireceğim. Kapı kavramı üzerine öyle çok şey karalamıştım ki. Ama asıl niyetim şu hala tahrip edip yırtmadıysam yarım kalmış roman denemelerimin en azından bir kısmını bulabilmek zira eskiden çok daha iyiydim ben bu yazma işlerinde. Bulursam sonunu şey ettirip para yaparım belki :P ne dersin ?


Hadi millet ben sıkıldım bile, o vakit siz birkaç paragraf önce zaten sıkılmışsınızdır demek. Hepinize iyi hafta sonları diliyorum, sevgiyle kalın.

7 Haziran 2017 Çarşamba

eyvah !



Gecenin bu vakti çakmağımın gazı bitti daha kötüsü ise galiba aşık oluyorum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...