29 Kasım 2011 Salı

Sana yazmayacağım artık

Gece...müzik...sigara...ve ben,lanet olası ben.
Ya sana ne demeli,benden aşağı kalır yanın var sanki.
Kendini çok sevdin aslında K. tek doğrunun sen, bütün dünyanın ise sakat-arızalı olduğunu savunabilecek kadar çok hemde.Sartre farklı mıydı sanki,ya şu bizim woody allen'a ne demeli.New york sokaklarında dolanırken şehri ne kadar sevdiğinimi anlatır yoksa kendinimi anlaşılmaz doğrusu.Utanmadan sıkılmadan kendimi de sokuyorum aranıza. megaloman pislikleriz hepimiz.Bak kaç zamandır yazıyorum sözüm ona sana.Dikkat bile etmiyorum yazının akışkanlığına.Edebi yazmayıda tınmıyorum,kendimi anlatmaya bile çabalamıyorum insanlara.Konuşurken bile kestirip atıyorum.bu nasıl bir yitiştir aslında.Oysa biraz çabalasam............Neyse kapıyorum geceyi artık.Sana yazmayıda kesmeli,mezarında rahat bırakmalı seni en azından.Bundan sonra kısa öyküler yazayım diyorum mesela.Sigarayıda bıraktım bırakacağım ah..haberin olsun.Öyle sağlık sorunları falanda değil,çok ta umurumda sanki.Yeni kitaplar alıp okumalı artık ondandır bırakma sebebim.Yarın bir dostumla buluşacağım,Dostoyevski'nin bir kitabını ödünç verecek bana; "ÖTEKİ". Yazarlığının ilk yıllarında kaleme aldığı bir esermiş,netten araştırdım biraz "fight club"ın senaristinin bu kitaptan esinlenmiş olabileceğini söylüyorlar.Bir şizofrenle ilgiliymiş konu.Çoğu en kötü eseri olduğunu söylüyor,dostoyevski bile itiraf etmiş bunu. Genede okunmalı diye dipnot düşmüş herkes bir ağızdan.Kim bilir belki şu ELİF arkadaş gibi kitabı okuduktan sonra alıntılar yaparım.Neyse;cidden sana yazdığım son mektup bu,bilmelisinki senle tanışmış olmaktan büyük şeref duydum.Cehennemde görüşmek üzere...

1 Kasım 2011 Salı

hâlâ aynı...

                      Ekim sona eriyordu. Bir yıl sona eriyordu. Yazının başına geçmesi gerektiğini düşündü. Her zaman ki gibi gecenin geç bir vaktiydi. Televizyonu kapadı, laptopunu çekyatın altına soktu. Bir daha asla oradan çıkarmamalı diye düşündü ama bunu yapamayacağını biliyordu. Oysa birkaç yıl öncesine kadar hayatında yoktu o salak makine. Işığı kapadı, joyfm’i açtı ve masa lambasının düğmesine bastı. Kendisi yapmıştı o lambayı babasının atölyesinde. Sırf metalden, üzeri delikli bir sacla kaplıydı. Işık o delikçiklerden süzülerek odasını aydınlatıyordu. Uzun zamandır klavye başında yazdığından masa lambasına gereksinimi sona ermişti; zira pc’nin ekranındaki ışık odayı aydınlatmaya yetiyordu. Günlüğünü aldı kitaplıktan, üzerini hafif bir toz kaplamıştı. Eliyle şöyle bir sildi defteri ve araladı. Kalemliğe elini götürünce sadece kurşunkalem olduğunu gördü. Çeşitli kalınlık ve renklerde bir sürü kurşunkalem. O kadar uzun zamandır günlüğüne yazmıyordu ki mürekkepli kalemlerin bile yittiğini anlamamıştı. Yazmaktan cayıyordu ki askıda eskimeye yüz tutmuş dirsekleri parlayan ceketi geldi aklına ve cebinde bir tükenmez kalem buldu. İlk cümleyi yazmaya başlayacaktı ki birden dikkati eline odaklandı. Loş ışığın altındaki eline baktığında cildinin hâlâ diri olduğunu gördü. Elinin üzerinde yaşlılarda görülen o kahverenginimsi beneklerde yoktu. Şaşılacak şey yoktu doğrusu ne de olsa daha otuzların başındaydı. Şaşırtıcı olan böyle bir kaygıya düşmesiydi. Belki de dikkatini eline verme sebebi tuttuğu kalemdi. Elinde, parmaklarının arasında ne zamandır bir kalem yoktu acaba. Sonra şöyle bir etrafını kolaçan etme ihtiyacı hissetti. Kalemliğe baktı, belki de zavallı hayatındaki tek değişiklik buydu. Birkaç ay önce bir kayısı kutusunu keserek yapmıştı bu kalemliği. Kül tablası hâlâ aynıydı, zaten neden değişsindi? Sigarası da başkaydı, uzun yıllar Lark içmişti bu ise iki-üç liralık iğrenç tadı olan bir sigaraydı. Geçen yıllar içerisinde herhalde şu paketinin üzerinde duran çakmağı da değişmiş olmalıydı, emin değildi ama öyle olmalıydı. Hiçbir bok değişmemişti işte hayatında, yerinde sayıp duruyordu. Üzerindeki hırka, çalan müzik,salt yalnızlığı,kendine ettiği küfürler bile hâlâ aynıydı……………………….İşte! Yazarken bazen on-on beş dakikayı bulan o tuhaf duraksamaları bile yerli yerindeydi. Yine ortamın büyüsüne kapılıyordu. Gece… Radyodan yükselen sesler… İstanbul’un uyuyor ama onun uyanık olmasının verdiği haz… Sabahtan korkması, sabahtan nefret etmesi… Her şey, her şey aynıydı. Şu geçen on yıl hiç mi bir şey olmaz insanın hayatında? Haksızlık etmemeli belki, arada askerlik görevi ifa edilmiş ve geçen yılın başında izlerinin hâlâ sürdüğü kötü bir aşk tecrübesi yaşamıştı. Hemen ardından iyi bir dost edinmiş, ama belki de bu tekdüzeliğe öyle bir alışmıştı ki bu dostluğun bile henüz hakkını verememişti. Köpek fobisi de geçmişti, artık o sevimli şeylerle fiziksel temas kurabiliyordu. Yinede yeterli değildi bunlar. En azından iki binli yılların başındaki Levent’i muhafaza edebilseydi.
                  Yerinde sayan bir tek oydu. Arkadaşlarını gördükçe anlıyordu çocuk değildi artık. Çoğu çoluk çocuğa karışmıştı artık, kariyer yapmış mal-mülk sahibi olmuşlardı. Mesela en basiti artık basket oynamaya götürebileceği birileri bile kalmamıştı. Bugün semt kahvesine giderken arkasından bir kadın Levent diye seslenmişti. Hani pek başına gelen bir şey değildir bu ve neden her arkasından seslenen kadının bir anlıkta olsa şu kalbini deşen kız olduğunu sanıp bir anlık ümitleniyordu. Dönüp baktı ve kadın gülümsedi. Tanımadın değil mi diye sordu, bir an düşündü ve Melek sensin dedi, yavaşca elini sıktı. Kadının yanında boyunca bir kızcağız vardı. Kızın mı dedi ve evet cevabını alınca yaşlandığını bir kez daha anladı. Sen ne yaptın diye sordu kadın, görüşmeyeli 15 yıl olmuştur. Verecek bir cevap aranırken kadın, hâlâ aynı mı dedi. Evet, hâlâ aynı dedi Levent. Sonra gün içerisinde hafif çiseleyen yağmurun altında rotasız bir şekilde yürürken hep bu soru dönüp durdu kafasında. HÂLÂ AYNIYDI.
                   Şimdi olduğu gibi morali bozuldu sevgili K. ve artık yazamayacak kadar canı sıkıldı. Zaten neredeyse sabahın beşi olacak, muhtemelen son bir sigara yakıp yarını, yarınları düşünecek ve huzursuzca gözlerini kapayıp uyuyacak. Yine de şunu bilmeni isterim ki sana yazmadığım zamanlar her şeyin daha da boktan olduğu günlerdir. Sevgiler… Zavallı dostun Levent.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...