Son sınavımı vermek üzere sabah altı buçukta yola çıkmıştım.
Zira sınav yerim daha önce adını bile duymadığım Emniyet tepe denilen hiç
alakası olmadığı halde Eyüp ilçesinin bir mahallesiydi. Sınav öncesi
araştırmaya gitmemiştim ve google earth’te bile tam olarak neresi olduğu
anlaşılmıyordu. Haliç’in bitiminde yüksek rakımlı bir tepecikti adı üzerinde.
Gece üç gibi uyuyakalmış olmalıydım yani iki üç saat uyumuş
ama tuhaf bir zindelik içerisindeydim. Harikulade bir gün yaşayacağımın
belirtisiydi belki. Henüz gitmeden semtin pozitif havası sirayet ediyor
olmalıydı.
Tıklım tıkış bir dolmuşa bindim, haliyle araç o saatte benim
gibi sınava giden gençler ve velileriyle doluydu.32 yaşındaysanız benim gibi
velinizle gitmek tuhaf kaçar tabi :) “abi emniyet tepe’den geçer mi?” diye
sordum.40’lı yaşlarında iri kıyım, bileğinde tespihi, neredeyse rahmetli Barış Manço’nun
ki kadar bıyıkları çenesine inen kalender görünüşlü şoför tok sesiyle: “sınava mı gideceksin abi” dedi. Onaylayınca okulun adını vs. sordu. Sonra neredeyse
diğer sınavdaşların birçoğunun sınav kâğıdını alıp tek tek okumaya başladı, bir
yandan yol alıyorduk. Çok içten, yardımsever, Yeşilçam sinemasından aşina
olduğumuz dolmuş şoförlerinin tüm raconlarını layıkıyla yerine getiriyordu. Çok
hoşuma gitmişti doğrusu; semte inince şaşkınlığım devam edecekti.
Derken yarım saatin sonunda sadece ikimiz kalmıştık. Ancak
tek bir aracın geçebileceği genişlikte ve tek yönlü bir yoldan geçmeye
başladık. Yol kıvrıla kıvrıla ilerliyor ve sürekli yukarı çıkıyorduk. Tedirginlikle
geldik mi yoksa diye sorduğumda senin daha var abi dedi. Sonunda çıktığımız
tepenin adının Güzel tepe olduğunu çevredeki dükkânların tabelalarından anladım
ve derken son durağa geldik. “abi sen burada in, şu kahvenin önündeki arkadaşa
sor o bilir” dedi. Hayda… Oldu mu şimdi? Neyse, homurdanarak indim.
Bahçeli, şirin bir kahveydi. Selam verip, güleç yüzlü,
şakakları yeni ağarmaya başlayan abiye: “kolay gelsin, şoför kardeş bu okulu
bileceğinizi söyledi” dedim ve elimdeki kâğıdı uzattım. Ayağa kalkıp güzelce
tarif etti. On dakika sonra yolu yarılamıştım ki o saatte yolda olan kendi
yaşlarımda sefer taslı – işten geliyor olmalı- adama okulu sordum tekrar. Bende
o yöne gidiyorum dedi ve birlikte seyretmeye başladık. Ne güzel bir yer burası
dedim. Önceden daha da güzel olduğunu anlatmaya başladı. Yeni gelenlerin buranın
tadını bozduğundan yakınıyordu. Ancak eskilerin mahalle ortamını hâlâ
koruduklarını anlatıyordu. Sende eskisisin buranın sanırım dediğimde, evet
neredeyse 7 yıl oldu dedi. 7 yıl? Bu eski mi demek oluyordu. Ben 32 yıldır aynı
sokakta yaşıyordum, o eskiyse ben neyim acaba diye gülümsedim. Şehrin sapağında
kalan bu mahallenin, yeni kurulan bir yer olduğunu düşündüm, ama yanıldığımı az sonra anlayacaktım. Neyse
sonunda bu tepenin çukurunda kalan okula vardık ve el sıkışıp ayrıldık.
Okulun bahçesindeki kantinden bir
bardak çay alıp saati sorduğumda sekize çeyrek var dedi, yaşından fazlaca
gösteren kadın. Ne erken varmışım, daha iki saat vardı; yasak olduğu içinde
yanımda sadece dört dal sigara getirmiştim. Vakit geçirmek amacıyla gazete
aramak üzere yola çıktım, neredeyse ilk indiğim yere doğru ilerlemeye
başlamıştım. Semt pazarı yeni yeni kuruluyor, bir çöpçü etrafı süpürüyordu. Kardeş kolay gelsin dedim, hoş geldin abi diye
yanıtladı. Ne hoştu ya :) buranın
yabancısı olduğumu anlamıştı, pek yabancının gelmediği, korunaklı, şehirden
kopuk bir yer olduğu neredeyse kesindi. Gazete nerede bulabilirim diye sorduğumda,
tarifinden anladım ki beni baştaki semt kahvesinin olduğu yere yönlendiriyordu.
Kahvenin oradan geçerken çaycı bıraktığım yerde oturmaktaydı hala : “ne o kardeş,
bulamadın mı yoksa” dedi, yine gülümseyerek. Buldum da okumak için gazete
alayım dedim, vakit nasıl geçecek. Bu sefer
bakkalı tarif etti ve “yav bana da Sözcü, Cumhuriyet ve Fanatik alsana, gelince
paranı veririm” dedi. Bende o gazeteleri
alacaktım, desene bedavaya gelecek dedim. Giderken kahvenin sipariş ettiği
gazetelerden semt hakkında ufak tefek fikirler yürütmeye başladım. Ne hoş bir
yer burası diye düşünüyordum. Sonunda bakkalı
buldum, yanık tenli genç henüz gazeteleri kapının önündeki standa diziyordu,
nerdeyse işi bitmişti ama ne Sözcü ne de Cumhuriyet’i göremiyordum. Genç, Sözcü
yok mu yahu diye sordum. Abi orada işte dedi, gene baktım yoktu. Yahu
göremiyorum dediğimde çıkıp gösterdi. O ne? Hem standın üst gözlerinde hem de
yaklaşık sayıları 50 ve üzerindeydi her ikisinin de. Yahu desene ondan göremedim, bizim semtin
bakkalında bu gazeteler standın en altında ve sayıları onu geçmez diye
yakındım. Genç gülerek abi sende bizdensin galiba dedi. Öyle gözüküyor, yahu ne güzel yermiş burası,
taşınayım ben buraya dedim. “kurtarılmış” yer burası abi dedi şakayla karışık
ve ardından ekledi taşıınn :) Ben bu unvanı Armutluya ait sanırdım dedim
gülerek ve kolay gelsin diyerek ayrıldım.
Kahveye döndüğümde içerisi değilse de, dışarıdaki tüm
masalar dolmuştu. Çaycı abi ocakta çay dolduruyordu, abi bana da doldursana
dediğimde hemen hazır etti. Bakkalda yaşadıklarımı, hoş bulduğum
şaşkınlıklarımı, çocuğun anlattıklarını ve taşınma isteğimi ona da anlattım. O
da taşıınn dedi samimiyetle ve gülerek. Paramın üzerini uzattı ve içeride
sigara içemeyeceğimi söyleyince Sözcü gazetesini kapıp dışarı çıktım. Dolu olan
masalardan birinde boş bir sandalye vardı. Selam verip oturabilir miyim diye
sorduğumda, gene içtenlikle buyur ettiler. Baktım konu siyaset dayanamayıp söze
karıştım. Bir süre sonra sonradan adını öğrendiğim Turan abiyle kaldık.
Burası hakkında izlenimlerimi ve sabahtan beri yaşadıklarımı
ona da en ince ayrıntısıyla yineledim. Çok çalçeneyim :) İzlenimlerime hak
verdi ve semti övmemde hoşuna gitti. Taşınma isteğimi söyleyince o da aynı
tepkiyi verdi: taşıınn :)Bu mahalle gibi kendilerini dışlanmış hissediyorlardı
sanki ve “dışarıdan” birinin olumlu tepkileri hoşuna gitmiş gibiydi. Yetmişli
yılların ortasında çıkan yıkım kararı üzerine yaşananları, halkın nasıl tek
yürek olduğunu falan anlattı duygulanarak. Sol eksenli çoğunlu alevi kökenli
bir yer olduğu konuşmalarından anlaşılıyordu. Mezhep gibi konulara hiç itibar
etmediğimi anlatmaya çalıştım laf arasında, hepimizin bir bütünün parçası
olduğumuzu vs. Hak verdi ve destekleyen sözlerle pekiştirdi.
Neden sonra gazetede eski YÖK başkanının resmi ilişti gözüme,
yoksa yeni bir dalga daha mı diye düşünürken Turan abi verdi haberi, ifadesi
alınmak üzere çağrılıyordu. Silivri mahkemelerinden, tutukluluk sürelerinin
cezaya dönüşmesinden yakındık karşılıklı, adalet mekanizması çok ağır ve aksak
işliyordu. Hangimizin adalete olan inancı sarsılmamıştı ki son yıllarda. Sonra
konu Suriye üzerine oynanan oyunlardan, gelmesi muhtemel savaşa, eğitimdeki
sözüm ona yapılan reformlardan, milli bayramların daraltılmasına kadar uzadı gitti.
Suratlarımız asıldı istemeden, iyi şeyler olmuyordu bu ülkede. O sırada
kahvenin kedisi sanırım, bacağıma sürtündü. Kucağıma alıp sevdim ve Müyesser
tahliye oldu en azından dedim, ufacıkta olsa iyi bir şeyden bahsetmek adına.
Sanırım uzun zaman bir kedi görünce aklıma o kadın gelecek. Müyesser hanım
diyerek düzeltti. Diğerleri neden tutuklu olduğu belli değilken kadıncağız pek
sevinemedi dedi, haklıydı.
Sonra YENİchp’ye karşı kaygılarımı anlattım, yıllardır
istemeden de olsa oyumu hep o partiye verdiğimin altını çizerek. Komisyona
katılmamalıydılar dedim. Sağında solunda olsun her elli yaş üzeri insan gibi
sıkı sıkıya savundu partisini. Oysa sağ sol gibi kavramlar miadını çoktan
doldurmamış mıydı, artık milli ve gayri milli olmaktı mesele. Fazla üzerine gitmedim.
Sonra Anadolu insanın içtenliğiyle geçmişinden bahsetmeye başladı. Kaç çocuğu olduğundan,
ne iş yaptığına, nereden emekli olduğuna, yediği dost kazıklarına kadar dek.
Sonra bana yöneltti benzer soruları, pek gelecek vaat eden bir öyküm yoktu benim,
üzüldü bu duruma ve ümit verici bir dünya söz sıralayıp durdu. İnandırıcı
gelmese de duymak iyi geldi gene de:)Sınava yarım saat kaldığını fark ederek telaşlandım,
vakit su gibi geçmişti. Acelece çay paralarını masaya bıraktım kabul etmedi,
abi bozukları zaten almıyorlar sınava girerken, ben ısmarlıyorum diyerek ısrar ettim.
Sigara bile yasak dedim, son dal sigaramı görünce paketini önüme attı. Yok, mok
sokmazlar zaten derken iki dalını aldım, gidene kadar içersin dedi. Sonra küpem
aklıma geldi, her türlü metal yasak ya, çaycı abiye emanet ettim bende.
Öğlen üzeri sınav kâbusu sona erdi. Tekrar kahveye uğradım,
Turan abi Yalova’ya düğüne gitmişti biliyordum :)Çaycı abi nasıl geçti sınav
diye sordu samimiyetle ve küpemi uzattı. Bende ona sınavda verilen kalem,
silgi, kalemtıraş, şeker vs. ne varsa verdim. Buranın fakir bir gencine
verirsin abi dedim. Sonra bir bardak çay daha ve Turan abinin verdiği son dal
sigarayı yakıp, nasıl geri döneceğimi neredeyse tüm kahvenin anlatımıyla iyice
öğrendim. Çay parasını zorla aldılar. Kapıya dek uğurlandım, çaycı abi ve bir
abi daha el sallıyorlardı. Ne güzel bir gündü… Devamı var ama yazacak halim
kalmadı :))
Severim böyle samimi insanları, ücra mahalleleri..İnsanın içi ısınıverir, ana kucağında zannedersin kendini.. Ama kızma Levent, söylemezsem içim rahat etmez. Diğer yazılarına benzemiyor, bir farklılık var..Anlatımda mı bir zorlama var, içinden geldiği gibi yazmadın mı çözemedim..Bu arada, sahi sınav nasıl geçti :)
YanıtlaSilüslup olarak aynı olduğunu düşünüyorum.bazı değinmek istediklerime değinemedim sadece,malum ülkede demokrasi var(!)Sınav geldi geçti diyelim,hayırlısı.En önemli şey huzur,sağlık, bu dünyada.Yazdan sanırım siz dahil hemen herkes yazmayı bıraktı.yoksa Sezon finali mi verdi blog camiası da haberimiz yok :)
YanıtlaSilSorma....Ben de rahatsızım bu durumdan ama sabahın bu vaktinde göz attım attım..yoksa inan hiç vakit bulamıyorum..Yaz mevsimini de bu yüzden hiç sevmem zaten :((
YanıtlaSilBu gerçekten iyi yazıydı.Hatta çok iyi Levent.. Bak ben daha çok okumadan silme sakın bunları... sil ya da bu da başka bir "tüh geç kaldım" olsun:(
YanıtlaSiltesadüfen neti açtım.Tamam silmem bir süre daha ama n'olur eski yazılarıma yorum yapmayın.Çok rahatsız oluyorum,mütevazılık falanda değil,başka bir şey bu.İyi geceler,,ouww ! uykum var.iyi geceler Karoshi hanım.
YanıtlaSil