Artık yurdum insanına olan
inancımı yitirdiğimi önceki yazılarımda yazmıştım. Ve sanırım o günden beri de
burada yazmayı bıraktım. Bu geçen sürede keşke fikrimi değiştirecek beni
utandıracak şeyler olsaydı. Bilakis sözde açılım süreci devam ededururken gene
şehitler verdik. Gene acı bir maden faciası yaşandı, elma toplamak için bir
midibüse tıkıştırılan mevsimlik işçiler feci şekilde can verdi. Atatürk’e gene
itinayla diktatör gibi yaftalar yapıştırılıp televizyon kanallarında sövüldü.
Ülkemin bereketli toprakları termik santraller, saraylar adına katledildi.
Zavallı domuzlar koca boğazı yüzerek geçerek şehrin göbeğine indi. Şehrin
nüfusunu ve bunla beraber işsizlik oranını artıracak bir köprü adına yaşam
alanlarına tecavüz edilmişti çünkü. Böl parçala yok et dedikleri bu olsa gerek.
Ve daha hepinizin bildiği onlarca şey… Ne diyelim ‘yeni Türkiye’ hayırlı olsun.
Tabi bunca şey ola dururken akıl
sağlığımın bozulması kaçınılmazdı. Gel gör ki sayın okur, psikiyatrımın verdiği
ilaçlar on para etmedi. Bende günlük gazete almayı, televizyonda haber
programlarını falan izlemeyi bıraktım. Şimdilerde otuz küsurluk hayatım boyunca
hep uzak kaldığım futbol programlarına sardım. İki üç yorumcu çıkıp fenerden galata
saraydan bahsediyor, yok bu gol bu ofsayt deyip sabahlara kadar tartışa
duruyor. Ne huzur anlatamam. Fakat izledikçe maalesef gördüm ki yurdum futbolu da
içler acısı durumlardaymış. Hadi şike mike durumlarını biliyorduk da,
futbolcuların birbirine silahla saldırması mı dersin, hakem odalarının
basılması mı dersiniz, yoksa milli takımın neredeyse her önüne gelen rakip
karşısında hezimete mi uğraması derseniz… Ne güzel, bir çizgi film kanalında
Heidi’ye rastlamıştım ki ne yazık o da çabucak bitti.
Geçenlerde Abbas Güçlü’ye
dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel konuk oldu. Politik görüş olarak
farklı bir çizgide olsam da kendilerini pek sever ve söylediklerine dikkat
ederim. Röportajda Sayın Güçlü: “efendim toplumun birçok kesiminde acaba ülke
parçalanır mı diye genel bir kaygı var siz ne diyeceksiniz?”diye sordu. Cevap
kısa ve oldukça netti : “bunu düşünenler
inançsızdırlar.” Gerçekten yerinde bir tespitti, işte ben baba diye el
kaldırdım izlerken. Sonra düşene durdum, her şeye rağmen inancımı diri tutup
mücadeleye elimden geldiği kadar devam etmeliydim. Küsmek, kabuğuma çekilmek,
olanlara seyirci kalmak bir nevi suç ortaklığı değildir de nedir? Nihat Genç’in
sıklıkla söylediği gibi “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
Bu süre içerisinde hiç mi umutvar
bir şey olmadı. İşte Cumhuriyetimizin yetiştirdiği milyonlarca yürekli Türk
kadınından biri olan Emine Ülker Tarhan, artık mevcut iktidardan pek farkı
kalmayan ‘yeni chp’den ayrılıp, siyasi mücadelesini kararlılıkla sürdüreceği
bir oluşumun içine girdi. ANADOLU
PARTİSİ. Kuşkusuz Demirel’in bahsettiği ‘inançsızlardan’ biri değil o.
Yoksa pekâlâ, “aman be bana ne” diyerek
köşesine çekilebilirdi. Yüzyıldır bu ülkeyi olduğu gibi dünyayı da erkekler
yönetiyor ve sonuçları ortada. Hemcinslerime hiç güvenim yok, bu Cumhuriyeti
kurtarsa kurtarsa siz kadınların kurtaracağına eminim. Haydi…
Yazının tamamı zaten güzel de, özellikle son cümle için ayakta alkışlayasım geldi. Bu ülkeyi kadınlar kurtaracak evet. Kimi parti kurarak, kimi öğretmen olup çocuk yetiştirerek. Olmadı, vatanını seven, inancını , umudunu kaybetmeyen , sorumluluk sahibi, üretken, insanlığından ve kendisine saygısından hiç bir ödün vermeyen evlatlar yetiştirerek...
YanıtlaSil