8 Temmuz 2017 Cumartesi

Uzaktan iyi insanlara benziyorsunuz,uzak kalın.


Radyoda don’t speak çalıyor, kahvem ve sigaramın dumanı iç içe geçip aralık pencereden süzülüyor eh nasıl olur da yazmaz insan. Klasik bozulmadı gene üç gün dayanabildim kentin yokluğuna ve dün akşamüzeri canım İstanbul’a döndüm. Vücudumun her yerinde iğneli beşik gibi ağrısını çekmeye başlamıştım üstat Attila İlhan müthiş dizelerinde dediği gibi ve işte buradayım. Bir ablam bu kadar erken dönüşümü bir sevgiliye bağladı, keşke öyle olsaydı. Şehrin keşmekeşinden başkası değildi beni buraya çeken. Güzel hatunlar yok değildi yanımdaki şezlonglarda ama şimdilerde yirmilik kızlar otuz gibi gösteriyor, yaşıtlarım ise ellisinde gibi. Benimse hep 25 26 gösterdiğim söyleniyor, üstelik yaşlı gözükebilmek için yıllardır saç sakal bırakıyorum ,yoksa sübyan gibiyim. İşte böyle karmaşık durumlar…

İtiraf etmeli ki bugünlerde içimde hissettiğim boşluğu ne zamandır olmayan sevgiliye bağlıyorum ve doğrusu hiç bu kadar çabaladığım bir dönem olmamıştı hayatımda. Bir yandan da ya yanılıyorsam diye sorgulamıyor değilim, diyelim söz konusu hatun kişi bulundu ama bu hissiyat kaybolmadı, o zaman ne bok yiyeceğim.

Sanırım geçen yıllara acıyorum, telafisi olmayan yıllara. Tanrı’nın sanatsal anlamda bana bağşettiği bir çok yetiyi gençliğin vermiş olduğu anlamsız bir isyan ve kibirle değerlendirmeyi bilemedim. Üstelik doğru yer ve zamanda doğru bir çok insanla karşılaştım. Peki ben ne yaptım, bohemliğin dibine vurdum. Beyoğlu’nda en verimli yıllarımı berduşluk yaparak geçirdim. Kaldırımlarında müzik yaptım, aynı kaldırımda uyudum,seviştim,içtim,işedim… Sartrevari tiratlar attım, kafka gibi hayata küstüm. Ve tüm bunları yaparken bir çocuktum henüz, kendini bir halt sanan snop bir çocuk.  Aha! Patricia Kass çalmaya başladı şimdi, “les hommes qui passent”. Bu arada Galip abi (Tekin) dün vefat etmiş, ne üzüldüm. 54 yaşında evinde kimsesiz ölü bulunmuş. Şaşırmadım, bizim gibiler azami o kadar yaşar ve kimsesiz bir şekilde ölürler. En usta çizerlerden biriydi, ruhu şad olsun.

Bugünlerde Harari’nin kitabı Sapiens’i  okuyorum, mükemmel tespitler. Benden önce davrandığı için hayıflanıyorum meslektaşıma. Geçenlerde bahsettiğim müşterim Narkissos , bir genetik bilimci olduğundan mütevellit pek yerden yere vurdu kitabı. Zaten fen bilimciler bizim sosyal bilimleri pozitif bilimden saymazlar. Bana Julian Barnes’in '10.1/2 bölümde dünya tarihi' isimli kitabı salık verdi. Sanırım alıp okuyacağım, bu arada bu hatunda fena kız sayılmaz ama tam bir ırkçı diyebilirim. Zaten adı olan Nergis’in hep Narkissos’tan geldiğinin altını çiziyor.

Woody Allen’in deconstructing Harry filmini pek severim ( vaya con dios- puerto rico çalıyor şimdi de )ve şu replik aslında yukarıda anlatmak istediklerimi çok güzel özetliyor. Harry başarısız bir yazardır ve hiç haz etmediği diğer yazar dostu Larry ile karşılaşır :
(B.crystal) Larry: İkimizde Kafka gibi bir yazar olmak için çıktık yola..
(W.allen) Harry: O biraz yaklaştı,bense bir böcek oldum.


Evet bana düşen sanırım böcek olmaktı :) sevgiyle kalın…

2 yorum:

  1. Yazı başlığını çok sevdim.
    Şu Sapiens'i okumak bir nasip olmadı.
    Fen bilimcilere yorum bile yapmayacağım zira gerek bile yok.
    Bir de şu kasvetli havaya bir el atmak lazım; nasılını ne zamanını bilmem, olmuyor böyle.

    not: doğrusu geçen yıllara ben de acıyorum..

    YanıtlaSil
  2. Sapiens sonra homo deus devamı,okumalısın.Pozitif bilimin bazı katılıklardan sonra dogmaya düştüğünü bilirsin meslektaşım.Ama fen bilimsiz olmaz,yapma.
    Efkar benim göbek adım ona çare yok :)
    Not: yahu tahminim yirmilerindesin henüz,ne geçen yılları allasen :))

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...