Sınavlar henüz bitti ve
aslında buraya yazamayacak kadar içsel olarak bitkinim lakin
yapacak başka bir şeyde gelmiyor aklıma. Dün şu meşhur Vefa
Lisesi’ndeydim bozacının hemen yanında, hayret yıllarca nasıl
fark etmemişim. “ Fark etmeden senin olmuşumm, fark etmedeeensenin ooolmuşum” ne güzel şarkıydı değil mi? Sonrasında
tramvaya bindim ve her nasıl olduysa oturacak bir yer bulmuştum.
Gözlerindeki torbalar oldukça belirgin, üzerine ince bir pardösü
giymiş altmışlı yaşlarında bir hanımefendinin yanındaydım.
Eprimiş, solmuş bir kitabı okumaktaydı. Açıkçası bu yaşlarda
kitap okuyan birine rastlamak hele ki bir tramvayda… Alışkanlık
işte, acaba ne okuyor kimi okuyor diye göz ucuyla bakmaya çalıştım
ve hayranlığım bir kat daha arttı. Ne okuduğunu kitabın
sayfalarına göz atarak anlamam imkânsızdı zira Fransızca bir
eserdi buruşmuş ellerinde tuttuğu. Hatırı sayılır bir yaştayım
ben, inanın bu kozmopolit şehrin hiçbir yerinde yabancı dilde
eser okuyan birini görmedim; yabancı turistlerde bile. Hele ki bir
metroda, hele ki bizim varoşa doğru giderken. Karşıki cama
yansıyan aksine bakarak geçirdim durakları, yüzünün tüm
detaylarını zihnime çizmeye çalışarak. Dört delikli bir
düğmeyi boynuna kolye yapmış. Ve hayret, bu yaşta gözlük
kullanmadan okuyabiliyor. Yansımasını izlerken ve dönüp bir
sohbet edebilmek için bahaneler ararken istemeden zihnim çok
eskilere gitti. Kısacık ve oldukça seyrek saçlarını pembeye
boyamış. O pamuk elleriyle bastonunu sıkıca kavramış büyük
bir dikkat ve hatta birazda inatla sahnedeki oyunu izliyordu. Sol
çaprazımda duran bu hanımefendi en iyimser olasılıkla doksan
yaşlarında olsun gerekti.Sahnede sevgili Naşit
ailesinin son temsilci Naşit Özcan oyuna ara vermiş(Kadın ile
Memur-2000) geçinebilmek için arta kalan zamanlarında taksi
şoförlüğü
yaptığından yakınıyordu. Ancak artık sahneden daha çok, bu
genç asil kadını izliyordum. Doksanında tiyatrodaydı, hani
torunlarına gölge yapsın falan diye değil sırf kendisi için,
yaşama inat fidan diken ihtiyar gibi piyesi izlemekteydi. Oyun sona
erdiğinde oldukça yavaş ve titreyerek ama kimsenin yardımına
gerek kalmadan doğruldu. Tüm asaletiyle fuayeden dimdik çıkıp
gitti. Tam bir İstanbul hanımefendisiydi, belki de son temsilcisi.
Kendisiyle bir saatçik sohbet edebilmek için neler vermezdim…
Yanımdaki kadın toparlanmaya başladı, son bir gayret ettim
kitabın kapağını görebilmek için ama nafile. Kitabın arasına
muhtemelen bir dergiden falan kestiği Atatürk’ümüzün resmini
ayraç olarak koyup çantasının içine koydu. (Geçen yaz tatilde
satın aldığım kitabın yanında verdikleri gezi parkının
simgelerinden biri olan kırmızılı kadınlı ayracı özenle
saklıyorum. O da güzel ama hemen yarın bende böyle bir ayraç
yapacağım kendime.) Durduramadığım bir merakla çantasının
içine göz atmaya çalışıyordum. İzin isteyip semtimize sadece
iki durak varken indi. Vay be bizim buralarda böyle bir kadın, ya
Reşat Nuri sahnesinde gördüğüm o asil hanım efendiye ne demeli.
Yoksa sence hâlâ bir umut var mı Levent ne dersin?
Bugün de yıldız teknik
Davutpaşa yerleşkesindeydim. Sınav saatini beklerken oturduğum
bankı #SOMA diye kazıdıklarını fark ettim ve gölgesinden
istifade ettiğim ağacın gövdesine de bir baret iliştirdiklerini.
Bu acı olayı bu faciayı unutmamak, unutturmamak adına yazmak
istedim bende. Sorumlular belli, adaletten kaçabilirler ama
vicdanlarımızda mahkûm kalacaklar, hem de nice benzeri olayla, bu
arada sırası gelmişken Gezi şehitlerimizi de saygıyla anıyorum.
Naçizane, insan hayatının nasıl bu kadar ucuzladığını
anlayabilmeniz için size sosyolojiden faydalanmayı öneriyorum.
Sanayi devriminin hemen peşinden oluştu bu düzen, doğrusu daha
bir perçinleşti… Öf! Neden her seferinde yazıp siliyorum bazı
şeyleri? Gazap Üzümleri’ni izlediniz veya okudunuz mu? (8
Haziran 2014)
Bugünlerde Tramvaydaki Kadın bir umut gibi çıkmış karşınıza. Ama benim artık bütün olanlardan sonra umudum hiç yok. Gazap Üzümlerinin son bölümünü unutamam. Bugünler Gazap Yılları. Uzun sürede böyle olacak gibi duruyor maalesef ki.
YanıtlaSilÇaktırmayın,benim de umudum yok aslında. işte ufacık bir kıpırtı...
YanıtlaSil