18 Nisan 2012 Çarşamba

Kuşatılmış bir ülke ve kaybeden bir adam


             Hemen yanı başında temeli yeni açılmış inşaatın harç kamyonunun çıkardığı gürültü yüzünden her zamankinden erken uyandı. Gene de sabaha karşı ancak uyuyabildiğinden öğlen olmak üzereydi. Sesten çok yeni bir güne uyanması daha çok rahatsız etmişti. İntihar edecek cesareti yitireli çok olmuştu ve Tanrıya şu sıralar inanmasının tek nedeni buydu.  Her ne kadar yorgun olursa olsun yatmadan evvel bunun son gecesi olması için dua ediyordu. Tek bir dua ve oldukça basit, mütevazı. Öyle ya, başkaları neler diliyor olmalıydı o ise sadece ölmeyi istiyordu. Saçları karman çorman ve gözleri yarı açık vaziyette tuvalete doğru seğirtirken aynaya takıldı gözleri. Ne kadar yaşlı, çirkin bir surattı bu. Üstelik daha geçen sabah sakallarını tıraş etmişti. Önceleri bir iki haftalık sakalını kestiğinde altından eh işte yakışıklı diyebileceği bir yüz çıkıyordu; oysa şimdi… Tırmalamak istiyordu bu yüzü, gözünü oymak, burnunu çekiştirip koparmak. Sadece yaşlandığı gerçeği değildi canını sıkan, sıkılmıştı bu yüzden, aynadaki aksinden. Kuşatılmış bir ülke ve kaybeden bir adam. Yarım kalmış bir tahsil, başarısız bir aşk hikâyesi ve bir boka yaramamış çizim yeteneği… Aynadaki aksinde gördükleri bunlardı. Ülkesi adına da bir şey yapamamıştı, hiç değilse bunu yapabilseydim diye düşündü. Alenen bir karşı devrim yapılmış ve seyirci kalmaktan öteye bir halt yiyememişti. Değiştiremeyeceğin gerçeklerin farkında olmak dünyanın en acı şeyi olsa gerekti. Arkadaşı Ercan’ı düşündü, ona göre her şey güllük gülistanlıktı. Ne içeride tutukluluk süreleri cezaya dönüşen insanlardan haberdardı, ne de komşumuzla yaklaşmakta olduğumuz savaştan. Tek yaptığı seçimlerde oy vermekti, bunu da ilk kez geçen seçimde onun zoruyla yapmıştı. Sosyal bir aktivite olarak görmese ona da yanaşmayacaktı. Benden akıllı dedi, ben biliyorum da ne geçiyor elime üzüntüden başka. Bir gün tüm bu gidişat değişse, bu uğurda eylemlere katılan, mücadele eden, hapsi boylayan ve ölenlerden bihaber olacak. Onun ve onun gibiler adına böyle mücadele etmek…
             Sabah kahvaltısını iki zeytin ve bir dilim peynirle geçiştirdi. Yiyemiyordu, yiyemezdi zaten. En azından kahvaltı ederken Ulusal Kanal falan yerine şöyle kalçaların memelerin cüretkârca sergilendiği müzik kanallarında dolaşmayı öğrenmeliydi artık. Pantolonu düşmesin diye dün kemerine bir yenisini daha açtığı son deliğe kadar çekiştirdi. Lanet çorabın tekinden başparmağı fırlayıverdi, diğerindeki delik daha kocamandı ama en azından tabanındaydı. Hani bir misafirliğe gitse dikkatli davranırsa onu gizleyebilirdi, ya bu başparmağı ne yapacaktı. Somurtup dışarı çıktı, inşaat tüm gürültüsüyle devam ediyordu. Gece yarılarına dek devam etmesine rağmen sokaktan kimse şikâyetçi olmuyordu. Kaç gece çıkıp bağırıp çağırmıştı ama destek veren bir Allahın kulu olmamıştı. Biliyordu yan komşusunun yeni doğmuş bir bebeği, karşı binadaki Ali ağbinin hasta anneciği vardı, ona rağmen ses eden yoktu. Eeee, yeter dedi bir gün, üstelik hepsi iş güç sahibi sabah işe gidecekler bense işsizim ne zamandır. Onlar uykusuzluğu dert etmiyorsa ben hiç etmem. Ne zaman böylesine tepkisiz sessiz bir toplum olmuştuk. Yitik ülkenin sindirilmiş veyahut aman bana necileri olmuştuk işte. O halde her şey müstahaktır bize, vur hançerini Batı.
             Günlük birkaç saatini bulan yürüyüşünü yapmak üzere caddeye attı kendini. Yanından son sürat bir araba geçti, içinde henüz 18’lik gençler, camlar açık ve tüm caddeyi inleten iğrenç bir müzik. Onlara belli belirsiz küfür ederken hemen köşede yer tutmuş pilav satan sözüm ona hacının kin dolu bakışlarıyla karşılaştı her sabah olduğu gibi, yanında Polat alemdar giysili ama mohikan saçlı gençlere sanki bir şeyler anlatıyordu kendisiyle ilgili. Demirden korksam kulağıma küpe takar mıydım ulen dedi içinden gülümseyerek ve uzun saçlarını şöyle bir elleriyle okşayarak. Korkuyordu elbet ama sırf farklılıkların var olduğunu anımsatmak ve en azından bir şekilde rahatsız edici olmak adına imajını koruyordu. Geçen çay ocağında selamını almayan malum kişilere çıkışmış, yeğenim biz senin selamını içimizden aldık cevabını duyunca nedense bir benim selamımı içinizden alasınız tutuyor demişti. Allah’ın selamını bile çok görmüşlerdi. Dalgın dalgın yürümeye devam ederken bir araba ısrarla kornasına basıyordu, dönüp bakınca Mehmet olduğunu fark etti. Gel dostum götüreyim gideceğin yere dedi. Yok mok, ben yürüyeceğim dese de binmek zorunda kaldı arabaya. E,moruk napıyorsun iş bulabildin mi bari diye sordu. Umurunda değildi aslında ve bilinçlice soruyordu. Yok, aramıyorum artık, asgari ücretle paralı kölelik yapacak değilim bu yaştan sonra, ama sen iyisin sanırım. Yok be baba dedi adam, bırakacağım bu işi artık herif maaşıma bir yıldır zam yapmıyor. Ne kadar alıyorsun peki diye sordu? İki buçuk milyar, artı yol masrafları sigorta falan. Oğlum araba almışsın ya, hem fena değil maaşın bence dedi. Yok be abi, bizim peder aldı arabayı bana sağ olsun. Benim maaş anca hatunlara yetiyor. Ha! Sahi hatunlarla aran nasıl? Nasıl olsun, sadece bakmakla yetiniyorum dedi. Abi gel götüreyim bir gece bizim beyoğlundaki mekâna kızlar gırla, masraflar benden. Ben çıkmıyorum artık beyoğluna sağ ol, sadece sinema tiyatroya falan bazen,bazen de eylem meylem için belki..Abii boş ver bırak bunları yaa… Ben ineyim artık burada Mehmet, çok sağ ol. Tamam dostum, görüşürüz dedi. Arabadan inerken arkadaşı; oğlum sigaram var mı diye sordu, bir an düşündü var sağ ol dedi. Al bundan yak bi tane sen kim bilir ne içiyorsundur. Malboro'ydu sigara, camdan elini uzatıp aldı bir tane. Araba, egzozundan büyük bir gürültü çıkararak  uzaklaşırken, sigarasını neden aldım sanki dedi. Kırıp atmayı düşündü ama ne anlamı olacak dedi ve yaktı. Mehmet ortaokulu zorla bitirmiş bir çocuk ama malum bağlantıları sayesinde rahatlıkla böyle işler bulabiliyor diye düşündü. Dediği gibi bugün ayrılsa başka bir şirkette yeri hazır olmalıydı. Sistemin çarklıları iyice güçlenmişti. Muhafazakârlık ayağı ile giriyordu bu işlere ama her gece barda, gönlüm hovarda diyordu. Ulan böyle işin…
               Sonra çiftleşmekte olan kedileri sopayla kovalayan ahlak müsveddeleri, yapılmakta olan yeni bir avm,hafifçe birbirlerine çarpan iki şoförün az sonra muhtemel başlayacak olan kavganın ısınma küfürleri,birbirinden güzel hatunlar ve çoğunluk kollarına girdikleri bir hanzo,bir serseri,bir para babası..kızların tercihleri de bi acayip. Balkondan fırlatılan ve aşağıda patlayan bir çöp poşeti, köşe başında dilenen bir kadın kucağında bir iki aylık bebeği,yeni bir avm inşaatı daha,ezan sesi,sokak satıcıları,iki adımda bir ele tutuşturulan x mağazanın reklam kâğıdı,annesinden en az elli adım ötede caddeye ha çıktım ha çıkacak çocuklar ve annesinin değil ama onun ağzının yüreğine gelişi,size kart verelim mi diye yolunu kesen kötü makyajlı müşteri çekmeye çalışan bir bankanın hatunu,kaldırımların devasa genişlediği caddenin çük kadar kaldığı yolda acı acı sirenini çalıp yol almaya çalışan bir ambulans.ve vıdı vıdı vıdı vıdı....Ulan İstanbul seviyorum seni.

5 yorum:

  1. Uzun yazıları her zaman okuyamam. Çabuk sıkar beni. Dehşet bir melankoli, hüsran ve büyük bir boş vermişlik.. Yine de her şeye rağmen bütün, akıcı ve uygun cümleler.. kendim yaşıyormuşum gibi analizler.. Güzeldi, kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim,hoşgeldiniz :)

    YanıtlaSil
  3. Bir süre daha böyle olacak maalesef. Ama lütfen ümidini kaybetme. Kaybetmeyelim...

    YanıtlaSil
  4. Yav bugünlerde ne sık duyuyorum bunu. Ben asla ümidimi yitirmem aslında kimse yitirmez yoksa yaşayamaz ki insan :) zaten yazıyı paylaşma sebebim ben değil,gidişatın ülke de hiç değişmediği hatta katlanarak büyüdüğünü göstermekti sadece Narda :)

    YanıtlaSil
  5. Yav bugünlerde ne sık duyuyorum bunu. Ben asla ümidimi yitirmem aslında kimse yitirmez yoksa yaşayamaz ki insan :) zaten yazıyı paylaşma sebebim ben değil,gidişatın ülke de hiç değişmediği hatta katlanarak büyüdüğünü göstermekti sadece Narda :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...