Öncelikle neredesiniz, neden yazmıyorsunuz diye soran
herkese teşekkür ediyorum. Artık abonesi olduğum bir internet bağlantım
olmaması birincil neden gibi gözükse de işin aslı pek öyle değil. Yazacak pek
bir şey bulamıyorum sebebi ise yazacak çok şey olması aslında. Kafa karıştırıcı
bir açıklama oldu sanırım. Uzun uzadıya ne demeye çalıştığımı ifade ederdim ama
twitter’da Hayyam’ın bir dörtlüğünü retweet etmenin bile suç sayıldığı bir
‘ileri demokrasi’ yaşıyoruz. İllegal-gâvur-eşkıya-marjinal veya terörist diye
yaftalanmanın böyle kolay olduğu bir çağda(üstelik siyasi erkin bizatihi
yaftalamaları bunlar) halimi izah etmek öyle pek kolay gözükmüyor. Varın siz
anlayın neden yazmadığımı ama sakın ola korku imparatorluğuna yenik düştüğümü
sanmayın bunu yaparken. Güya Kafka’ya mektuplar yazacaktım bu blogda sonra
zamanla kabuk değiştirip durdu. Yalnız ağırlıkla sanatsal konulara
değiniyordum. Şimdi hal böyle iken bir filmden okuduğum bir kitaptan izlediğim
bir tiyatro oyunundan bahsetmek içimden gelmiyor sayın okur.Bu arada kendime
kişisel not: Levo ne zamandır tiyatroya gitmiyorsun, ilk fırsatta bir uğra.
Şehir tiyatroları bürokrasi kurbanı oldu ama özel tiyatrolar hala gidilebilir.
Mesela az önce Rutkay Aziz’in “ Adalet sizsiniz” isimli bir oyunu sahneleyeceğini öğrendim. Bu
hafta sonu Caddebostan’da prömiyeri yapılacakmış. Tabi parasızlıktan kitap
fuarına bile gedemeyen ben bu oyuna nasıl gidecek du bakalım J
Allah büyüktür, buluruz bir yolunu. Geçende kanal 56 mı ne Banu Avar’a
rastladım. Bir zamanlar Trt’de program sunarken şimdi bırakın üç büyük haber
kanalını muhalif yayın yapan ender birkaç kanalda bile yer bulamaz oldu. Bir
iki kitap salık vermişti not etmiştim birini sizlerle de paylaşayım; belki alıp
okursunuz: Emin Değer- “Oltadaki Balık Türkiye”. Değer verdiğim birçok yazar
gazeteci ya çeşitli iddialarla tutukluluğun cezaya dönüştüğü mahkemelerde
yargılanıyor ya da geri kalanı görsel veya yazılı basından nerdeyse aforoz
ediliyor. Ufak tefek yerlerde azimle fikirlerini savunmaya devam ediyorlar ama
bu bile rahatsızlık veriyor. Keza Hulki Cevizoğlu’nu da geçenlerde Karadeniz
tv’de gördüm. Zor zamanlar…
Bu arada paintten resim çizmeyi sonunda öğrendim galiba
sayın okur J
bu metroda dalgın dalgın pencereden dışarı bakışım 10 Kasım Dolmabahçe dönüşümden
bir fotoğraf karesi. Sanırım önceleri birkaç yerde kendi resmimi kullanmıştım
ama böylesi daha akıllıca gibi gözüküyor. Bu boşlukta sayfayı izlemeye koyulan
yeni arkadaşlara da selam olsun. Neden dalgın üzüntülü olduğumu yazmama gerek
var mı, zira milli bayramını kutlarken biber gazına muhatap kaldı birçok
yurttaş yakın zamanda. Elbet gene yukarıda bahsettiğim yaftalamalardan itinayla
nasiplendiler J
Ağlanacak halime gülüyorum evet ama başka türlü nasıl yaşanır ki, en sıkıntılı
anlarda bile yaşam enerjisini, mizah anlayışını gülüşünü yitirmemeli insan.
Arada yazarım gene böyle ama eskisi kadar sık değil maalesef ve abonesi olduğum
blogları pek okuyabileceğimi sanmıyorum kusura bakmayın. Ha! Yazmama
nedenlerime artık öğrencisi olduğum sosyoloji bölümünü de ekleyebiliriz. Bir de
nasıl başım ağrımadan sağa sola dokundurabilirim onun pratiğiyle uğraşıyorum. Mesela
ülke sorunlarını Patagonya’nın sorunları gibi yazsam yırtar mıyım? Cık J
bayat yöntem. Fabl’dan faydalansam diye düşündüm de inanın şimdi aklıma geldi
bunu deneyen bir köşe yazarımız olmuştu di mi J ? Başı da epey ağrımıştı. Kim ve hangi yazısı
olduğunu anlayan anlamıştır. Yazardım da merak uyandırsın araştırmaya itsin
diye yazmayacağım, ya da sadece size uyuzluk olsun diye he hee J neyse, nasıl ne yöntemle yazacağımı ben
uzunca bir süre daha düşüneceğim sanırım.
Son olarak, çook çok eskiden beri 21 aralık’da
kıyametin kopacağına inandım ben. Kıyametten kasıt dünyanın manyetizmasının
bozulacağı yer çekiminin had safhaya çıkacağı ve ya iyice azalacağı, tüm
dijital aletlerin bozulacağı falan gibi şeyler işte. Ya da boyut
değiştireceğimiz, yeterli olgunluk seviyesinde olmayanların eski boyutta kalacağı
gibi gibi şeyler J :P umarım en büyük yanılgım olur. Gerçi bir üst
bilince çıkmaz isek yeryüzünü varoşlundan beri tüketen biz insanoğlu sonu adım
adım getirecektir.Gene şimdi aklıma geldi Home-Yuva adlı belgeseli bu bağlamda
izlemenizi öneririm.Su elektrik veya gaz gibi enerji kaynaklarının gerekli
önlemi almaz isek nasıl tükenebileceğini anlatan muhteşem bir belgesel.you tube
veya benzeri video sitelerinde bulabilirsiniz sanırım.ya da durun yazının
sonuna ben eklerim belki. İşte daldan dala atladım ama öyle bir fırsat
bulmuşken hemen spontane aklıma gelenleri sıralıya verdim. Sevgiyle kalın,
hoşça kalın.
Hoşgeldin,merak ediyorduk:)
YanıtlaSilHoşgeldin sevgili Levent... O kadar sevindim ki geri dönmene, bir solukta da okudum yazını ..:))
YanıtlaSilHoşbulduk arkadaşlar,BaHar hanım siz sayfamda mıydınız vallah anımsamıyorum.gideli çok olmuş demek ki :) Kahve telvesi sizden öte pek okuyan sevinen olduğunu sanmıyorum nedense :) ama dert değil zaten kendime yazıyorum çoğu kez;sağolun.
YanıtlaSilhepimiz kendimize yazıyoruz.. kendimize yazarken, biri de kulak verirse (kulaklarıyla benzer şeyleri duyanlar olursa) seviniyoruz elbette-hep diye iddia edemem ama öyle genelde.Bu ülkede olup bitenler, keşke "olma" sürecinde olsa hala, öyle olsa daha manalı şeyler yapma cesaretine sahip olacağız.. Ama anlamı yokmuş hissi ve artık "bitti" hissi, aklımızdaki onca güzel olan katkıları alıp götürüyor. Belki cesaret değil ihtiyaç duyduğumuz ama onu hissetmeye zorunlu hale sokulduk. Hoşgeldin diyeyim ben de ki sen "gelmiş bulun":) Ve yaz..
YanıtlaSil'Bu ülkede olup bitenler, keşke "olma" sürecinde olsa hala, öyle olsa daha manalı şeyler yapma cesaretine sahip olacağız..'
YanıtlaSilanlaşılmak güzelmiş;)işte bundandır ne yazmak istiyorum ne de...sağolun karoshi..