İşte gene bir sınav sona erdi.
Sınavın zor geçmesi yetmezmiş gibi geçen dönem ki şu kıza da rastlayamadım.
Gerçi tek hatırladığım saçının kızıl ve boyunun bana yakın olduğuydu. 180’lik
hatun yuh be! Yalnız şimdi düşünüyorum da sanırım topuklu giymişti. O zaman bir
on santim çıkarsak 1.70-75 arasıymış dimi. Yüzleri ve isimleri çabuk unuturum
ben. Hatta otuz yıllık arkadaşımı bile bir iki yıl görmesem vallah çıkaramam.
Yani hatunu görsem tanıyamazdım zaten ama onun beni hatırlamasını umuyordum
doğrusu. Ne özgüvense :) Geçen sohbeti nerdeyse tüm detayıyla hatırlıyordum ama
bu onu tanımama yardımcı olmayacaktı. Neyse, sınavın ne öncesinde ne de
sonrasında denk geldik. Belki de geldik ne bileyim:) Şansıma küsüp eve dönmek
üzere istasyonda metroyu beklemeye başladım. Ne zaman gelecekti şu lanet olası,
sonra fark ettim ki bir elektronik board’da 5 dk. yazıyordu sonra 4’e düştü. Teknoloji
ne gelişme be, şaşırdım vallah. Neden sonra başımı geriye çevirip arkadaki
çoğalan kalabalığa bakma ihtiyacı hissettim. Ve kafamı çevirmemle döndürmem bir
oldu. Kalbime hançer yemiştim sanki. Aman tanrım hemen arkamda bir çift göz
beni deşip geçmişti sanki. Şimdi bu adam ne öküzmüş diyeceksiniz biliyorum ama
inanın insanların gözleri beni hiç etkilemez. Hatta gözlere baktığımda pek söylenemez.
Hele göz renklerini hiç fark edemem. Hani eşkâl vermek durumunda kalsak, yandım.
“Hırsızı tarifi edin Bay Balthus.” – “Hum… Beyazdı buna eminim. Umarım yardımcı
olmuşumdur müfettiş.” Nasılsa hâlâ
anımsıyorum, mavi gözlüydü ama nasıl anlatsam Sadri baba jargonuyla “sanki
gözleri iki kere lacivert” ti. Ama renkten ziyade bakışlarının keskinliği beni
alt üst etmişti. Acaba dönüp tekrar bakacak cesareti gösterebilir miydim?
Hayır, hissettiğim şey her ne ise gerçekten acıtmıştı, neden yine de dönüp bakmak
istiyordum ki? Metronun gelmesine 1 dk. var yazıyor, bu hengâmede son şansım.
Birazdan metro gelecek ve muhtemelen böylesi mahşeri bir kalabalıkta kim artık
kendini hangi vagona atabilirse. Dönüp baktım, o da gözünü dikmiş bana bakıyordu,
aramızda 10 santim ya var, yok. Derken metro geldi, aman yarabbi ne kalabalık.
O vagona girmem imkânsız, ikinciyi deniyorum cık ve birine can havliyle
atıyorum kendimi. Hani kapı ya kapanacak ya da dat-dut ötüp çık in diyecek
bana. Yüzüm kapıya dönük, tam kapanacak ki demin ki hatun içeri girmeye
çalışıyor ama imkânsız ki :( ha gayret benden beklenmeyecek bir kuvvetle
sırtımla arkaya yüklenip adımını atabileceği bir boşluk açtım ve içeri girdi.
Kapı kapanınca aramızdaki mesafe nerdeyse 5 santime düştü. Şimdi yüz yüzeydik.
Bu kadarı da çok fazlaydı, o gözlere bu denli yakın olmak. Başımı çevirmek için
bile boşluk yoktu ama gözlerimi oynatabilirdim pekâlâ. Sanırım bir durak
boyunca tavana baktım. Gözlerde bir yere uzun süre bakamıyor. Çaresiz, önüme
bakmamla yine göz göze geldik. Hastir! Kadın olduğu gibi gene ta gözümün içine
bakıyor ve gülümsüyordu. Bu kadar çekici olamam, demek ki beni tanıyor. Tüh!
Salak ben, nasıl tanımadım acaba. Akrabam mı, eski bir arkadaşım mı, kim? İşte
şimdi laf atacak bana, n’aber Balthus gibisinden. Ve işte dudaklarını araladı, yutkundu.
Sıcacık gülümseyişi daha bir çoğaldı vee, şey kapı ağzı çok tehlikeli, biraz
açılsanız ve ben ortalara ilerlesem? Yahu nasıl olacaktı bu, zaten içeri adım
atabilmen için olağanüstü bir gayret sarf etmiştim. “Buyurun geçin ama nasıl? Durun
biraz daha yüklenirsem belki…” 65 kiloluk ben son bir gayretle arkayı gene
iteledim. 15 santimlik bir boşluk açıldı. Elindeki kitabı daha bir kucaklayıp
sürtünerek beni geçti ki, hemen bir adım yanımdaki 150 kiloluk teyze ve onu
aratmayacak torununa denk geldi. Saçları ağzımda burnumda, artık önümü de
göremiyordum. Derken gelen durak nasıl bir yerse artık, kim var yok indi
neredeyse. Bu sefer ta ortalara dek ilerledi. Bu sefer göğsünde tuttuğu kitabı
fark ettim. Sosyoloji yardımcı ders kitabı. Demek aynı bölümü okuyormuşuz.
Kitaba bakarken hatun biraz eğilip yine bana çevirdi bakışını. Bakıyor ve
gülüyordu hâlâ.Ya da
hepsi benim hüsnü-hayalim.
Gerçi hiç mütevazı olamam dış
görünüşüm hakkında. Kızların birçoğunun ayılıp bayıldığı Johny Deep’e pek
benzerim. Hani her uzun saçlı, küpeli ve keçisakallı adamın yanılsaması değil benimkisi,
harbi öyle. Neden hoşlanmasın ki. Yav!acaba düşünüyorum da boşuna mı ezberledik
onca şiiri,boşuna mı okuduk bunca kitabı?Hani gerek yokmuş sanki :)Lakin artık
bu manevraları yapacak becerim kalmadı benim. Hele bir ilişki hırpalar bünyemi,
aman kalsın Balthus diyerek, sırtımı döndüm. O güzelliğe daha bakıp kendimi
helak edemezdim. Öyle güzel hani. Hani nasıl anlatsam, beyonce’ler shakira’lar
viktoryanın melekleri falan halt etmiş. Keşke abartıyor olsam, vallahi öyle.
Bakılamayacak kadar güzel. Tam da bir iki durak sonra acaba indi mi diye
düşünüp şöyle bir baktım. Az ileride oturacak bir yer bulmuş, sırtı bana dönük
şekilde. Kitaba bakıyor, az önce çıktığımız sınavı değerlendiriyordu sanırım. Tam
da geçen akşam bir televizyonda bir yerli filmin tanıtımını izlemiştim. “BU
İŞTE BİR YALNIZLIK VAR” konusu kabaca, bir türlü sevdiğine açılamayan bir
adamın hikâyesiymiş. Tuna Kiremitçi’nin bir romanıymış galiba. Ulan kaç oldu,
böyle bitiyor her biri. Hele geçen dönem ki şu hatun. Yürü be Balthus, gün bu
gündür. İşte sana fırsat, yanına yaklaş ve sınavla ilgili bir soru sor. Zaten
kız dünden razı değil mi tanışmaya diye düşünürken hemen arkasına yanaşmıştım
işte. Soru çözüyordu, cık! Yanlış cevap b olacaktı. Hee… o da Descartes değil
Thales olacaktı. Sanırım kalmış bu :)
derken şöyle bir anons : “ next station senin ineceğin durak levo” inmeyeceğim
ulan. Ne olur ki, son durağa kadar duracağım. Olmadı tekrar başka bir metroya binip geriye dönerim ne olacak ki. Evet, işte benim durağı atladık. Sanki
herkes bana bakıyor gibi geldi birden, lan oğlum senin durak geldi niye inmedin
der gibiydiler sanki. Ya insanın bilerek durağında inmemesi ne acayip bir suçluluk
hissiymiş, hayret yani! Susun be dedim içimden tüm yolculara ve derin bir nefes
alıp iyice sokuldum ki, da na NanaN!!! Sol yüzük parmağında bir alyans var.
Hani biraz geç öğrendim ama ( yaklaşık 32 yıl) biliyorum ki bu evli nişanlı
gibi bir şeymiş. Yeni anons : “next station, eh artık in levo”. İndim ama salak
ben karşıya geçip diğer metroya bineceğime bir baktım istasyondan ayrılmışım.
Ve elbette akbilim boş. Yürü oğlum ne de olsa alışıksın sen. Bak yine iş açtı
kadınlar başına. Hayır, aksi gibi hava iyicene soğudu. Bir parktan geçerken çöp
tenekesinin üzerindeki kedi mauvv mauuv diyerekten beni kafalamaya çalıştı
galiba. O kızdan bu kediye düştük :) boşuna kur yapma kedicik, istesem de eve
alamam seni :( Ama kedi candır yahu. di mi? Bu arada SUBWAY STORİES’i izlediniz
mi ? izleyin çok seveceğinize eminim. On ayrı yönetmen on ayrı bölümden oluşuyor. Aşağıda son bölümü paylaşıyorum.Hani ingilizce bilmeseniz de anlaşılır olduğundan son bölümü seçtim.Her bölüm ayrı bi güzel. İyi seyirler...
Not: bu yazı taslaklarda yaklaşık iki yıldır beklemekteymiş paylaşayım dedim.
Not: bu yazı taslaklarda yaklaşık iki yıldır beklemekteymiş paylaşayım dedim.
Kedilerin garip bir sezisi var. Altıncı his mi demeli acaba :) İnsanın ruh dünyasını insanlardan daha iyi çözüyorlar. Ne zaman üzgün olsam, kedicik daha bi ilgili olur bana karşı. Normalde pek yanaşmaz ..
YanıtlaSilKediler candır...
Senin bir kedin vardı di mi...
YanıtlaSilumarım benimde bir kedişim olur ama önce evim olmalı sanırım :(
En sonunda kız kördü diyeceksin sandım :) film linki çalışmıyor bir el at da düzeltiver.. Hey gidi İstanbul, hey gidi yollar, bak bununla ilgili yine bir başka hikaye var elimde.. onu da yayınlarım bir ara :)
YanıtlaSilİzle filmi hatta bu gece pek seveceksin. Düzeltirim de cepten zor,başka zamana..
YanıtlaSilGözlere fazla vurgu yapmışım sanırım :)
Netice itibariyle balthus gene saphus:)))
Ay yok gündüzden beri blogla, düzeltmelerle uğraşıyorum. O yüzden bu gece seyretmem yarına kalsın.
YanıtlaSilHay ilahi hahahahhaahah çok güldüm bu lafına.. sen çok yaşa e mi
Keşke dün oturup izleseydim. İnternetimiz gitti, modem bozuldu iyi mi? Yarına kadar bekleyeceğiz.. 😊
YanıtlaSil