Edebiyat parçalamak kolay. Daha önceleri yazdığımı sanıyorum
ölmeden önce yapmam gerekenler listem yoktu benim. Morgan freeman ve jack
nicholson’ın başrolünü paylaştıkları bir film bunun üzerine kurgulanmıştı.
Ziyadesiyle akabinde düşünmüş ve şu sonuca varmıştım. Bazı kitaplar vardı
okunmayı bekleyen onları okumadan ölmek istemiyordum. Yani öyle sanıyordum;
mesela Sartre’ın hürriyetin yolları üçlemesi gibi. Kaza geçireli 41 gün oldu
iyileşmekle beraber hala yatağa mahkumum. Düştüğümde ölümle cebelleşirken çok
şey düşünüyor insan. Birkaç dakika içinde yüzlerce şey… hatta yere doğru hızla
düşerken bile,o birkaç saniye de dahi beyin müthiş çalışıyor.
“ eyvah düşüyorum, n’olacak şimdi,ölecek miyim ? çok yüksek
kesin ölücem. Tanrım çok acıyacak,çok acıyacak.şurayı tutabilsem… niye hala
düşmedim ? çok uzun sürdü. Çok erken değil mi, tam da her şey rayında giderken.
Çok gencim,gençtim. Anneciğim kahrolacak. Özür dilerim anne beni affet…” sonra
PAAT! Bir an kısacık bir an ufacık bir acı yok,sadece büyük bir şok. Ardından
hala kulaklarımda çınlayan benden çıktığına hala inanamadığım müthiş bir
çığlık. Daha detaya girip dramatize etmek istemiyorum durumu. Bağırışlarım
kesildiğinde ve evet ölüyorum,buraya kadarmış dediğiniz noktada,tüm hayatını
şöyle bir gözden geçiriyor insan. Sonrasında huzura kavuştum,iyi bir insan
olarak ömrümü geçirdiğime kani oldum. Sanırım cennete gidecektim kendi
terazimde, bu biraz rahatlattı. Sonra kurtarılmayı bekleyen o uzun dakikalarda,
pişmanlıklar listesine geldiğinde sıra. Aklıma okunmayı bekleyen kitaplar falan
gelmedi hiç. Birkaç aydır hoşlandığım bir hatun vardı, ona neden açılmadım diye
çok kızdım kendime. Kimseyi kırmadığımı anladım bu iyiydi, ama beni kıran
insanlara bunu bir kez bile dile getirmediğim için çok kızdım. Dostum şu lafın
tavrın beni çok üzüyor bir daha yineleme en azından bunu bil. Kırılacaklar diye
bunu dile getirememek,ama onlar acımasızca yapıyordu bunu.bunun kendime
yaptığım bir haksızlık olduğunu anladığım için üzüldüm aslında. Daha keşfetmem
gereken nice yerler kişiler ideler vardı. Yolculuğum daha çok başındaydı, keşke
ertelemeseydim bazı şeyleri hiç. Daha görülecek yerler,içilecek şarap,
sevişelecek kadınlar ve veriecek davalarım vardı benim.
Missery filmindeki yazar gibiyim bir nevi,yalnız psikopat
bir bakıcım eksik. Bu süreci belki yazarak geçirmeli ama acılarla kıvranırken
odaklanamıyor insan. Belki bir dürbün alıp arka pencereden karşı apartmanları
inceleyip bir cinayet çözeyim diyeceğim ama nerde. Selalar okunuyor insanlar
birbirlerini katlediyor alenen sokaklarda. Ben James stewart değilim burası da
new york değil bir Ortadoğu ülkesi
maalesef.
İlk kez geleceğe dair planlar kurmaya başlamıştım hayatımda.
Bu yaz İtalya’ya tatile gidecektim,dönüşte kendime ufak bir dükkan kiralayacak
bir sanat atölyesi kuracaktım. İlk kez belki bunları yapacak maddi gücüm
olmuştu ama hayat işte. Olmayınca olmuyor.şimdide iyileşince,koltuk
değnekleriyle bile yürüyebildiğim zaman öyle planlarım var ki. Mesela artık
İzmir’e kesin gidilecek, İzmir’i görmek bir yana o kadar çok arkadaşım birikti
ki orda. Kimi eski tanışlar, kimi de sanalda yazıştığım yeni tanışacaklarım.
Ankara’ya ATA’nın ve Banu ablanın ziyaretine mutlaka gidilecek mesela. Çok
sevdiğim müthiş insan Fahri dayımın yanına, Vize gidilecek yerler arasında.
Dayımı bir gün yazıcam neden müthiş dediğimi anlayacaksınız. Tabi evvela şu
hoşlaştığım hatunu mutlaka bir kahve içmeye çağırmalıyım. Henüz adını dahi
bilmiyorum ve belki de mizaç olarak hiç tipim değil ama bunu öğrenmenin tek
yolu bu di mi dostlar :) tabi bunların
hiç biri kesin değil. Allah nasip ederse diyor ve tek elle yazdığım ve bu
şekilde daha fazla durmama kırıklarım müsaade etmediği için yazıyı
noktalıyorum. Hoşça ,sağlıkla kalın…