Gece 02.30 ders çalışmaya kendimi fazlaca kaptırdığım günlerden biri. Üstelik felsefe dersi, her zaman boğuştuğum varoluş problemi üzerine çalışıyor olmak. Heideger’ler Sartre’lar… Of! başım zonkluyor. Otuzundan sonra okuma aşkı depreşince böyle oluyor işte. Nihayet yatma vakti, ulan hadi bi televizyona bakayım diyorum yatmadan evvel. Ve ne göreyim ilerleyen yaşına rağmen hâlâ güzelliğini muhafaza eden Nicole Kidman. El mecbur biraz bakmalıyım, yanında iri kıyım bir adam üstü başı kan içinde, “Hem” falan diye çağırıyorlar. Yoksa Hemingway’mi? (Tesadüfe bak,geçen bahsetmiştim bu blogda.)Yanılmıyorum ta kendisi, av meraklısı maceraperest bir adam olduğunu biliyordum, yazdıklarının ise birçoğunun kendi hayatıyla örtüştüğünü. Tecrübe etmediği hiçbir şeyi yazmamıştır kanımca. Kafamda oluşturduğum tasviri ile birebir uyuşturmayı başarmış Philip Kaufman. Zaten “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” filminde beni kendine hayran bırakmıştı. Bir romanın sinemaya uyarlanışı zordur. Asla, önceden kitabı okuyanları memnun edemez insan. Lakin Kaufman, Kundera’nın romanını öyle kusursuz perdeye aktarmıştı ki… Neyse, şimdi Kidman’ın güzelliğinin yanında Hemingway’ı biraz daha tanımak adına filmi sonuna dek izlemeye karar veriyorum. Yalnız parantez açalım Kidman’ın sadece duru güzelliği değil, oyunculuğu da kusursuzdur benim için. Hatta hitchcock dönemine yetişseydi bence kesin vazgeçilmez oyuncusu olurdu. Vertigo’dan KimNovak, psycho’dan Janet Leigh’e bakın. Soğuk asil sert mizaçlı sarışınlar hitchcock’un hep tercihi olmuştur. Bu arada egzistans yani varoluş J filminden anımsayacağınızı sandığım Jennifer Jason Leigh’in sanırım annesidir. Biz filme dönelim.
Bir yazarın özel hayatını bilmek ya da birebir tanışma fırsatı bulmak çoğu
zaman hüsrana uğratır okuyucusunu. Çünkü asla kondurduğunuz kişi olmadığını
üzülerek öğrenirsiniz. Ayrıca gereksizdir de kanımca. Filmi izlerken
Hemingway’ın maceracı ruhunun, bencil küstah maço tavırlarının altının
çizileceğini biliyordum, önceden biyografisini okumuştum zira ve yanılmadım.
Çok rahatsız olduğum av merakı ise fazlasıyla irdelenmişti. Birkaç evlilik
yaptığını da biliyordum. Sanırım Kidman’da bu kadınlardan birini canlandıracaktı.Martha
Ellis Gellhorn. Filmde bu kadına eşit ağırlıkta yer veriliyordu. Zaten bugün
imdb’den filmin adının Hemingway& Gellhorn olduğunu öğrendim. Gellhorn
Hem’in üçüncü karısı ve onu tek terk eden aşkı. Alelade bir kadın değil
Gellhorn. Dünyanın ilk kadın savaş muhabiri. Filmde Hem ile tanıştıktan sonra
onla birlikte İspanya’da yaşanan iç savaşa tanıklık etmek için savaş muhabiri
kılıfına bürünerek bu işe koyuluyor. Hemingway, bu yolculuğa bir belgesel
çekmek için çıkar. Zira ilk mesleği gazeteciliktir ayrıca Kızılhaç’ta ambulans
şoförü olarak çalışmış bu görevi esnasında ağır yaralanmıştır. Filmde sadece
bundan sözlü olarak bahsediyor, belki kaçırdığım ilk birkaç dakikası böyle
başlamıştır. General Franco’nun faşist düzenine karşı çıkanların cephesinde
savaşa bizzat katılırda Hemingway. Gellhorn’da onla beraber cephededir.
İspanya’ya ilk vardıklarında bir sinema afişinde ünlü “Silahlara Veda” adlı
romanının film afişini görürler. Hem, bu esnada tüm dünyada tanınmış saygın bir
yazardır yani. Neyse efenim Gellhorn film boyunca anlatıcıdır zira hayatının
son demlerinde bir röportaj vermektedir. Savaşın soğuk acımasız yüzünü ve
Hemingway’i onun gözünden görürüz. İspanya’dan ayrıldıktan hemen sonra
evlenirler. Öncesinde kafamı attıran bir sahne var sayın okur. Hani bunlar
döndüler ya, çektikleri belgeseli montajlarken bizim Hem amca belgeseli
seslendiren adamın ağdalı bir üslup kullandığını düşünerek yaka paça fırlatır.
Arada Orson morson falan diyor. Ulan acaba dedim? Evet, silkelediği Orson Wells
üstattan başkası değilmiş. Ya Gellhorn abla buna şahit olmuşta ne bileyim. Hem
amcaaa, vallah Orson abi seni dümdüz ederdi bence. Senden daha iri kıyım olduğu
da su götürmez bir gerçek. Ayrıca koskoca Welles’i ikna etmişsin yakıştı mı
sana. Ardından geçip seslendirmeyi de kendi yapar. Gellhorn’un bir toplantı
salonunda yaptığı konuşmada ondan çok alkış almasına da bozulur falan. Zaten
Orson Welles giderken diyor ki : “ seni gidi getirildiği yeri hak etmeyen
narsis herif” Sonrasında Gellhorn ile evlenirler. Ona öyle âşık olur ki
ünlü romanı “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” eserini bu dönemde verir ve Gellhorn’a
ithaf eder. Zaten bilindik yazar profilinin çok dışında kalan Hem, öğrendim ki
yazılarını ayakta dimdik yazıyormuş. Hani amuda kalkıp yazsa gene şaşırmazdım J Sonraları Gellhorn’un
meslek haline getirdiği savaş muhabirliği sebebiyle onla başta Çin olmak üzere
birçok yere birlikte giderler. Çünkü evde onsuz geçen zaman, bir bakıma Hem
için kupkuru ve anlamsızdır. Gellhorn zamanla çok ünlü bir savaş muhabiri olup
çıkar. Bir gün belki bunu hazmedemeyen Hemingway çalıştığı dergideki işini
(sanırım Colier) ondan alır. Bu bardağı taşıran son damladır Gellhorn için.
Tanıdığı adamın maço yüzü, nobran tavırları iyice ayyuka çıkmıştır. Gene de
hemşireleri taşıyan bir sıhhiye gemisine kaçak binerek savaşı ilk aktaran kalem
olmayı başarır Gellhorn. Nihayetinde boşanırlar. Gellhorn hayatını savaştan
savaşa dolaşıp muhabirlik yaparak geçirir. Hemingway ise başka bir kadınla
yaşamaya başlar, filmde gösterilmiyor ama sanırım bu kadınla dördüncü
evliliğini yapar. Çok sonra en büyük eseri, geçen yazımda bahsettiğim, Pulitzer
ödüllü “İhtiyar Adam ve Deniz”i kaleme alır. Kendi yaşamından izler taşıyan bu
romanında, hayli yaşlanmasına rağmen sandalıyla uzağa açılan balıkçının devasa
bir balık ile mücadelesini konu alır. Sonunda balıktan geriye bir şey kalmaması
çok şey anlatmaktadır.
![]() |
Gelhorn ile Çin'de |
Böylesi renkli bir hayat yaşayan Hem, belki yaşlılığın verdiği
imkânsızlıklardan, belki de unutamadığı aşkı Gellhorn yüzünden 62 yaşında
evinde av tüfeği ile kendini vurarak hayatına son verir. Kim bilir birçok
avında masum hayvanları zevk için öldürdüğü tüfektir belki bu. Filmde geçen hoş
repliklerde vardı fakat tam olarak aklımda değil. Yine filmde aktarılmayan ama
az bir şey araştırma yapınca gördüğüm, Gellhorn’da tıpkı Hemingway gibi 89
yaşında aşırı doz ilaç kullanarak yaşamını sonlandırmış.
Ben filmi ne yalan söyleyim sevdim, aksi olsa yazmadım zaten. Ama okuduğum
eleştirilerin çoğu olumsuz. İMDB 6.2 puan vermiş.(Bende bundan fazla vermezdim,
hatta birazdan siteye girip bi 6 puan çakayım J)Kabul konular çabuk işlenmiş, olaylar ve
kişiler öyle üstü geçirilerek aktarılmış. Lakin bu denli renkli, macera dolu
bir hayatla geçen ömür iki saate nasıl sığsın ki? Ayrıca bir değil iki hayat,
Gellhorn’da Hem kadar işlenmiş. Hadi! Hem, Hemingway’in kısaltması anladıkta
filmde sıkça Papa diye de sesleniyorlardı. Sebebini bulamadım. Son söz: Bırakın
sevdiğiniz yazarlar hayalinizde canlandırdığınız gibi kalsın ;)
![]() |
Afrika'da avlanırken |
Kerem Görsev’le Jazz
Joy fm’de birkaç ay önce farkına vardığım ama bir şekilde sürekli
kaçırdığım eşsiz bir program. Görsev önceleri TRT’de ve sanırım tv8’de de bir
süre program yapmıştı. Ama reyting savaşlarının acımasız dünyasında yer bulması
neredeyse imkansızdı. Şu an dinlediğim, anladığım kadarıyla 20 kasım’a
ait.Demek pzt günleri yayınlanıyor,bunu akla yer etmeli. Yalnız bu programın
tekrar olması korkuttu. Programı Mehmet Uluğ’u yâd ederek açtı. Daha önce adını
duymamıştım, Babyloon’un kurucusuymuş Akbank Caz Festival’i gibi önemli
festivallere öncülük etmiş. Maalesef bu yakınlarda aramızdan ayrılmış. Mekanı
cennet olsun.Sizle yayında dönen şarkılardan birisini paylaşacaktım ama
filmde sıkça İspanya iç savaşında geçen Ay carmela ile noktalamayı uygun
buldum.