Gün gelir Falling
Down (sonun başlangıcı) filminde olduğu gibi tepesi atar insanın.Tepesi atmak
deyimi bu film için çok hafif kalıyor elbette.Şehrin trafiği keşmekeşle
başlayan cinneti bir fastfood zincirinde istediği menünün hiç de o resimdekine
benzemediğini görünce Hulk gibi öfkelenmesiyle sonuçlanır ve…
Cıkk! Silaha
ve şiddete karşıyız di mi sayın okur. Michael abi yerinde olsaydım o kravattan
işten falan sıyırmak için Edward norton’un Fight Club’taki taktiğini
denerdim.Tabii biraz kendimi pataklamam gerekirdi.Mazoşizm ama en azından
kendine zarar verir insan :)
Diyelim tutmadı bu
numara o zaman Saint Fort of Washington filmindeki Matt Dillon abi gibi sokaklarda
Dany Glover gibi bir arkidiş bulup araba camlarını falan temizlersin.
Ya düşününce bu da
pek iyi sonuçlanmayacak gibi.Belki de çikolata filmindeki Johnny Deep gibi Çingenelere
katılıp Bohem bir hayat yaşarız.
Fekat makus kader
işte. Bu kadar boş kalınca düşünmeye başlar insan felsefeye falan boğulur.Ben
kimim,ne ayak lan bu dünya falan diyerektene yolumuz Guguk kuşu filmindeki gibi
bir akıl hastanesine düşebilir.
Olsun
bir nebze kafa dinler soluklanırız.Beynimize verdikleri elektrik şokları ise
cabası. İşi fazla abartmadan ve Louise Fletcher yenge gibi bir başhemşire fazla
dalaşmadan kaçarız aga bir gece vakti.Taa Tibet’e kadar mesela hemide en az
yedi yıl kalınmalı ki Nirvana’ya falan ulaşılsın.
Madem keşiş kıvamına gelindi dönünce inzivaya
çekilip yazmaya başlarsın anılarını.Dünya çapında bir yazar olursun.Ama dikkat
et araban yolda kaza falan yapar da bir fanatiğinin eline düşmeyesin.Misery
filmindeki kate bates gibi:))
THE END...