Bir mağaranın duvarına bakarak yaşayanlar için
tüm gerçekliğin sadece gölgeler olacağını öne süren filozofun kendi adı ile
anılan benzetmesi hangisidir?
A) Platon'un Mağarası
B) Hegel'in Mağarası
C) Kant'ın Mağarası
D) Konfüçyus'un Mağarası
Yanıt a şıkkıydı elbette. Kim
bilir bunu kaç kişiye, neden sonra anlatma ihtiyacı duymuştum. Bilmeyeniniz
varsa aklımda kaldığınca kısaca paylaşmak istedim. Bir mağara düşünün ve bu
mağaranın derinliklerinde doğumlarından beri yaşayan bir topluluk. Bu yetmezmiş
gibi vücutları hatta boyunlarından kalın zincirlerle bağlılar. Tek gördükleri
mağaranın girişinden karşılarındaki duvara vuran, gün ışığından yansıyan
gölgeler. Kapının önünden geçen bir takım insanların veya hayvanların gölgesi. Bazen
de işittikleri sesler, mesela kuş cıvıltıları veya kuvvetli bir gök gürültüsü
gibi. Onlar için kaçınılmaz olarak tek gerçek karşı duvardaki gölgeler
olacaktır kuşkusuz. Başka türlü bir gerçekliği tahayyül edebilmeleri bile neredeyse
olanaksızdır. Diyelim ki günün birinde içlerinden biri bir şekilde bağlı olduğu
zincirlerden kurtulsun. İnsanoğlunun yaradılışından beri var olan keşfetme
arzusuyla elbette mağaraya süzülen ışığa doğru yönelip dışarı çıkacaktır. Yaşayacağı
şoku tahmin edebiliyor musunuz? İlk fark
edeceği güneşin yakıcılığı ve ışığı olacaktır. Belki uzun süre buna alışmakta
da zorlanacak. Yürümeye devam edecek, kendi cinsinden birilerini görecek,
ürkecek, şaşıracak. Az ileride bir göl, eğilip yeteri kadar yaklaştığında ilk
kez kendisinin neye benzediğini, bir gölgeden ibaret olmadığını irkilerek
anlayacak. Diğer karşılaşacağı şaşkınlıkları varın siz düşünün. Tüm bunlar bir
sanrı mıdır yoksa gerçek hep bumuydu? Bir süre sonra mağaraya geri döndüğünü
farz edelim. Diğer insanlara bunları anlatmaya kalktığında sizce ona
inanacaklar mı, yoksa hummalı bir rüya gördüğünü düşünüp alay mı edeceklerdir.
Zavallının talihsizliğine bakar mısınız, gerçeği görüp keşfedip inandıramamak,
kötüsü belki de deli damgası yemek. Bazı şeyleri anlatmayı zorlandığımda
sıklıkla başvurduğum bir metafor bu. Eğer karşı tarafı sıktığını fark edersem
bu defa Matrix I filmini ele alırım. Zaten Wachowski kardeşlerde senaryoyu
yazarken Platon’un Mağarası’nı referans almışlar sanırım :) Neo, yeryüzünü ele
geçiren bizim yarattığımız makineler tarafınca, doğumundan beri bir takım
kablolarla bir fanusa vücudundan bağlıdır. Makineler biz insanların bedenini
bir enerji kaynağı (pil) olarak kullanmaktadır. Neo, doğumundan beri gözlerini
hiç açmamış, yemek yememiş, hareket etmemiştir. Sanırım verilen bir takım
kimyasallarla sürekli bir uyku, koma halindedir. Yaşadığını zannettiği dünya
bir rüyalar âlemidir. Beynine de giden bu elektrotlar ona yapay bir yaşam
sunmaktadır. Ta ki bir gün Neo bunun ayırtına varıp bu kablolardan kurtulana
değin. Bunu ilk başaran o değildir yalnız, başkaları da vardır. Uygun bir
şekilde ağır ağır ona bugüne dek yaşadıklarının bir aldatmaca olduğunu
anlatırlar. O kablolar ona verilenler bir bakıma dogmatik bilgilerdir. Aşması kırılması
öyle kolay değildir. Ki aslında birçoğu da bunu istemez, bu aldatmacalarla
gayet mutludur. Filmi zaten biliyorsunuz, Neo sistemi çökertir ve diğer
insanları, öncelikle bu gerçeği arayan, yaşadıklarından şüphe duyan,
içlerindeki o soruyu bir türlü bastıramayan insanları teker teker uyandırmaya
çalışır. Serinin diğerleri II ve III saçmalıktı kanımca.
Şimdide benzer bir sorunla karşı
karşıyayız. Birçok sosyal ağda hesap açıp bir profil oluşturuyoruz. Dostluklar
arkadaşlıklar buradan ediniliyor. Online oyunlarda yarattığımız karakter ne
çetin maceralarda boğuşuyor. Bazılarımız evden dışarı çıkmaktansa alışverişini
de buradan yapıyor. Kimisi ise işini evinden yönetiyor. Daha örnekler
çoğaltılabilir. Acaba, ya bir gün evden çıkmaya hiç gerek duymaz isek? Cyborg
diye tabir edilen robotlar bizim yerimize işe gider, alışveriş yapar, kız
arkadaşımızla flört eder, hatta ilişkiye girerse. Elbette biz evimizde klimamız
açık, güneşin veya soğuğun vücudumuza vereceği zararlardan,trafikten vb.
şeylerden izole bir şekilde bu robotları uzaktan yönetiyor olacağız. Bu kaygıyı,yönetmen Jonathan Mostow’da duymuş olacak ki başrolünü Bruce
Willis’in oynadığı “Suretler”i beyazperdeye taşımış. Film pekiyi değil ama
değindiği konu başarılı. Özetle hiçbir şeyi abartmamak ve aslolanın insan
olduğunu unutmamak lazım bence.
SURETLER
Gene söz sinemadan açılmışken
konuyla alakası olmasa da başka bir filme değineceğim. “The Happening”. M.Night
Shyamalan’ın yönettiği bu film sinemada pek gişe bulamadığı gibi üstüne Razzie ödülünü de( yılın en kötü film Oscar’ı)almıştı
sanırım. Yazı uzamasın diye çok kısa geçeceğim, film ekosentrik* bir bakışla özetle diyor ki; doğaya saygılı ol, uyumlu ol, işin cılkını çıkarma. Yoksa bir
gün gelir doğa sizden intikamını alır. Senin ebeni,sülaleni öper… Neden bu
filmden bahsettim, dün haberlerde izledim. Bir piliç üretim çiftliğinde daha
civciv iken horoz olduğu tespit edilen cinsler itlaf ediliyor. El insaf,
yapmayın abiler. Biliyorum bacası tüten fabrikalar, nehirlere dökülen kimyasal
atıklar olsun daha birçok insafsızlık var. Dünya nereye kadar dayanacak. Biraz
saygı, başka bir şey değil.
Ekosentrik etik:Tüm yaşam
formlarının insanlarla eşit derecede yaşama
ve kendini geliştirme hakkı olduğunu kabul eden görüş.
daha yazının başında kendi mağaramı düşündüm:D
YanıtlaSilHepimizin müşterek bir mağarası olduğu kanısındayım :)
YanıtlaSilNehoşyazı! Çok sevdim.
YanıtlaSilteşekkür ederim :)
YanıtlaSil