Yazmayalı neredeyse bir ay olmuş.
Bir işte çalışmanın böyle handikapları varmış demek ki. Bu arada handikap
yerine başka bir kelime bulamadığım için kendimi esefle kınıyorum. Yazmıştım ama
tekrarlamalı,uzuunn bir işsizlik döneminden sonra carrefoursa’da çalışmaya
başladım. Nasıl memnun musun derseniz şayet, cevabım şu: bu işten emekli
olmak,finali burada yapmak istemiyorum. Kendimi bildim bileli sanatla hep haşır
neşir oldum,kendimce bir şeyler ürettim,kafa yordum,mesai verdim. Mesela çocukluğumdan
beri 30 yıldır karakalem bir şeyler çiziktiririm,sağda solda karikatürlerim
çıktı falan ama hep bir hobi olarak kalsın istedim bunu. Fakat aynı zamanda
edebiyatla da uğraşan biri olarak, eh sinemadan da anlarım hani,neden bir Woody
allen olmayayım diye kendime hep sordum. Kendim yazar,kendim yönetir hatta
woody gibi zaman zaman kendimde oynarım hani. Olmadı küçük bir Kafka olsam
olmaz mı hani? Hiç biri olmadı diyelim, gideyim benim memleketim Trakya’ya mutevazı
bir baraka,ufak bir bahçe. Başucumda yoldaş bir kedi veya köpek. Gene yazıp
çizeyim,bir yandan baba mesleği olan demir doğramacılığı da icra eder nafakamı
sağlar, saçımı sakalımı gene uzadıya yere kadar uzatır,orada salaş bir barın
müdavimimi olur. Masa sohbetlerinde hükümeti kurar yıkar,sinema sanat üzerine
geyikler yapar,eve döner bir iki gitar tıngırdatıp çubuğumu yakar keyfime
bakarım. Sanırım sadece benim anlayabileceğim şeyler bunlar,neyse…
Bu geçen zaman zarfında ne mi
yaptım. Her Cuma izim günüm,öğlen kalkıp soluğu beyoğlunda alıyorum her
tatilde. Önce hafif bir şeyler atıştırıp bedenimin ihtiyacını gideriyorum.Sonra
sinema salonlarını,sanat merkezlerini,kitabevlerini dolaştıktan sonra genelde
bir film izlemek üzere salonlardan birine giriyorum. Genelde 16 seansı
oluyor,18 gibi istiklalde bir iki tur atıyor,sokak müzisyenlerini
izliyor,kızları dikizliyorum. Sonra bir cafe-bar’da bir kahve içip dokuz gibi
eve dönüyorum. Şimdilik devamlı takılabileceğim bir bar
bulamadım,aramaktayım,bulayım burada reklamını yaparım. İnternetim hala
yok,komşu net,komşu net durumları. Bu günlük traş olan kısa saçlı Levent’ten
nefret etmece durumları falan.
Şimdi sizin işinize yarayacak olan
paragraf. Sanırım geçen haftamı neydi,şu bol ödüllü BİRDMAN’ı izleyeyim
dedim.Cuma 16 seansı,mekan Beyoğlu Beyoğlu sineması,hani Ferhan şensoy’un
tiyatrosunun bulunduğu Pasaj,neydi adı yahu?
Neyse buraya dikkat,film çok kötüydü sayın okur,oyuncuların performansı
harikaydı( zaten haz etmediğim başrol oyuncusu Michael Keaton hariç) ama konusu
itibariyle vallahi çok örneğini gördüğümüz şeyler. İşte, eski şöhretini yitirmiş eski bir Holywood
starının Broadway’de sahneleyeceği bir oyunla geri dönme çabası,tabi başrol
halihazırda bir şizofren.Bu şizofren şeyside ne ayağa düştü sinemada di mi ? Final de biraz Black Swan kokuyor. Ay yazmak bile istemiyorum,o kadar kötü yani.
Hani şunu da ekleyim, zaten yarısı dolu salonun diğer yarısı da salonu
dayanamayıp terk etti. Benimkisi bir dost tavsiyesi arkadaş,Birdman’i izlemeyin,vaktinize ve naktinize yazık der paragrafı bağlar,küçüklerimin
gözlerinden büyüklerimin ellerinden öperim.bye bye.
Not: ha! Yarın gene bir Cuma, bakalım nasıl geçecek,soluğu nerde alacağım bakalım. Grinin Elli Tonu’mu yoksam?
Maybe…
:)
YanıtlaSilbol gülücükler efem
birdman, ok, listeden düştü, zaten keaton ı ben de sevmem:)
Çok ütopik bir hayal gibi gelmedi, sevimli buldum. Neden olmasın be Levent... Yaz bi senaryo, yönet, oyna.. Ama şu sahil Trakya düşüncesi de fena değil hani. Yalnız, mutlaka kedi..Lütfen :))
YanıtlaSilNarda ve Telve hanım,zaten başka okuyanımda yok sanırım :)
YanıtlaSilSiz gene bi bakın isterseniz Narda,belki beğenirsiniz.
Telve neden olmasın di mi :)hem merak etme,ileride hayat bana neler getirir bilmem ama bi kedi mutlaka olacaktır ;)