-Bakın demek istediğim…
Alaycı kıkırdamalar ve bakışlarla
gene sözü kesilmişti. Terlemeye başlamış, sinirlenmiş ve yutkunarak kendini
ifade edecek başka sözcükler arıyordu. Yardım istercesine bir anlık gözlerime baktı,
en azından diğerleri gibi ahmakça gülümsemiyordum.
Benle tanışalı yarım saati
geçmemişti ve elimi sıkıp, memnun oldum ben Aykut dediğinde sadece zorlama bir
gülüş takınıp elini sıkmış, ama kendimi tanıtma zahmetine bile girmemiştim. Kaba,
soğuk bulduğu, ismini dahi bilmediği ben, yıllardır tanıdığı arkadaşlarına oranla
ona daha bir yakındım belki şimdi. Yalnız, yardım isteyen bu çaresiz bakışları
sonuçsuz kalacaktı. Gözlerimi devirip telefonumla oynamaya başlamıştım zira. Önündeki
paketten sigara almak için davrandığında – ki zaman kazanmak için yaptığı bir
eylemdi bu- bitmiş olduğunu fark etti. Alaycı gülüşleriyle geldiğinden beri
onla en çok dalga geçen Cemil bunu sezdi ve gömleğinin cebindeki Küba menşeli sigarasını
önüne atıp, al buradan yak zaten seninki fare zehri gibi diyerek, aklınca gene
çocuğu ezikliyordu.
Belli ki bana kıyasla
tecrübesizdi, bu tiplere laf anlatmak güçtür, kaldı ki onun eski dostları her
biri, benimse sadece pazardan pazara bilardo oynamak için bir araya geldiğim kişiler,
hepsi o kadardı. Defalarca davet etmelerine rağmen ne eğlenmeye çıktım beraber,
ne de önemli bir konuda tartışmaya girdim. Önceleri benzer hatalara düşmedim
değil ama üzerimde artık müthiş bir yılgınlık ve boş vermişlik var. Kâh salak desinler,
kâh cahil umurumda bile değil diye düşünürken, gene cesaretini toplayıp
konuşmaya girişti:
-Bakın yanlış biliyorsunuz, açıp
okuma zahmetine girseniz anlayacaksınız. Hadi bırakın okumayı biraz akıl
yürütseniz göreceksiniz ki…
Yine sinir bozucu kıkırdaşmalar,
hep birlikte ve bir ses; okuyupta adam mı oldun sen, bırak Allah aşkına. Hem her
okuduğuna inanırsan, ooo…
İyice şişmişti, hepsi iyi ücretli
işlerde çalışan, babadan zengin ve üstelik isim yapmış üniversitelerden öyle
veya böyle mezun olmuş çocuklardı, üstelik yakışıklıydılar da. En azından giyim
kuşamları ve trende uygun saç sakal kesimleriyle öyle gözüküyorlardı. Bu çocuğu
yeni tanıyordum ama o da bu familyanın izlerini taşıyordu, neyin kavgasını
veriyordu ki. Bir süre sonra pes edip yorulduğunda konu arabalarına, futbola ve
hafta sonu bardan kaldırdıkları kadınlara geldi de tekrar huzurla sürüye dâhil
olabildi. Bende sizden biriyim, demin ki salak çıkışımı mazur görün der gibiydi
adeta. Kim bilir, belki de entelektüel bir hatunla düşüp kalkmaya başlamıştı
da, ülke sorunlarını dert eder olmuş, iki kitap okuma, ulusal kanalı falan
izleme gafletinde bulunmuştu.
Konu neydi emin bile değildim
gerçekten. Artık tesadüflere boyun eğerek yaşıyor, edilgenliğin tadını
çıkarıyordum. Her şey anlamını yitireli çok olmuştu. Şu masadaki adamlar, dün
metroda rastladığım eski dost Faruk ve diğerleri. Hepsi, hepsi aynıydı benim
için artık. Kafka’nın çaresizliğini, anlamaya çalışını ve sonunda pes edişini,
tüm bu yorucu süreçler, işte tümleci olmayan bu yüklemsiz cümleler… eksiltili
paragraflar. Sende kimsin kuzum? Evet, sana diyorum.
Orta çağda engizisyon mahkemeleri
vardı. Şimdi sizden farklı düşünen, görünenleri yok etmek için bir düzeneğe
gereksiniminiz yok. Mahpuslarda çürütürsünüz ya da ötelemeniz bile yeterli. Ne anlatıyordum
ben, ya da neden anlatıyordum? off…! Sabah tıraş olmayı unutmasam bari
sakallarım bir hayli uzadı.
*karot: beyaz topu, rakibin kendi
toplarından herhangi birini ya da sıradaki hedef topu göremeyeceği bir noktaya
göndererek yapılan defansif vuruş.
( yaklaşık on yıl öncesinden
kalmış olmalı )