Bazen tüm şartlar müsaitken bile ölemez insan. Buna benzer
bir cümleydi filmden geriye kalan. Bunun haricinde üçüncü sınıf bir işti,
yapılan bunca tantanayı anlamak imkânsızdı gerçekten. Sinema konusunda asla mütevazı
olmadım hatta bu işin ehli olduğunu iddia eden insanların karşısında bile
yüksek sesle söyledim bunu. İki binden günümüze olan kısmı saymaz isek taa 30'lu yıllardan başlayarak izlemediğim (kayda değer olanlar)film kalmamıştır. Bir
marifet değil elbette günümüzde filanca filmi izlemek filancı şarkıyı dinlemek.
Benim zamanımda internet denilen şey yoktu, çoklu kanallara bile geçmemiştik
henüz. Söz gelim İngmar Bergman’ın bir
filmini izlemek için emek harcanmalıydı. TRT 2 verirdi o yıllar bu tarz
filmleri takip etmek vaktini planlamak gerekirdi. Ya da videocularda (
videocular vardı o vakit) uzun uğraşlara girmeliydiniz. Söz konusu filmi
buldunuz mu kimliğinizi emanet edip filmi kiralardınız. Hele benim gibi daha
reşit değilseniz 18 yaş üzeri bir abinizi yanınızda götürmeye ikna
etmeliydiniz.mesela Bon Jovi’nin bir albümü diyelim ya sipariş verirdiniz aylar
öncesinden ya da dükkân dükkân dolaşırdınız. Hiç olmadı radyo başında saatlerce
bekleyip kaydetmeye çalışırdınız kasetinize. Kitaplarda böyleydi, dergilerde.
Size rehberlik edecek, bunları reklam yapan bir medya olmadığından ilginizi
doğru yerlere kanalize etmeliydiniz. Ve sonunda haklı olarak böbürlenerek
söylerdiniz arkadaşınıza filanca filmi izlediğinizi. O da meraklı biriyse anlatırdınız,
film anlatmak diye bir şey vardı o yıllarda. Neyse nostalji yapmak için
başlamadım yazıya ve bir film kritiği yapacak da değilim uzun uzadıya.
Bahsettiğim film kaybedenler kulübü, eğer buraya kadar üşenmeyip okuduysanız
eminim hiç biriniz katılmayacaksınız bu görüşüme, siz de söz konusu filmi
beğenenlerdensiniz eminim, aman bana ne… Arkadaşım büyük bir heyecanla filmi
izlemem için beni tavlamaya çalışıyordu. Bunu da Ferdi Özbeğen’in klasikleşmiş
dilek taşı adlı şarkısını dinleterek yaptı youtube’dan. Abi bir şarkı var ne
taşıydı yaw bi dinle, neydi ismi Allah’ım diye düşünürken. Hemencecik dedim
dilek taşı diye. Şaşırmıştı, ben de ilk kez bu film sayesinde duymasına üzülmüştüm,
ama nedense hiç şaşırmadım.
Gerçi bir planla yazı başına geçmedim ama şu uzun giriş eminim
ki anlatmak istediğim asıl şeyle ilgili değildir. Yıllarca günlük tutmuş bir
adam olarak, öyle alelade yazmaya oldukça alışığım ve de çok keyifli. Okuyan
için öyle olmasa gerek ama okunması için değil öylece yazıyorum işte, kalemin
götürdüğü yere, kalem yok ama öyle diyelim biz :)
Geçen bir kız açıkça asıldı bana, daha önce başıma gelmedi
değil ama böylesi cesuru ilk kez oldu doğrusu. Güzelde bir kızdı ama ne yalan
söyleyeyim bu kadar ısrarcı olması korkuttu beni. Niyeti belliydi ama kısa süreli ve tek bir
hedefe yönelik ilişkiler değil istediğim öte yandan uzun ciddi bir ilişkide
istemiyorum artık. Kısacası ne istediğimi bilmiyorum ama bildiğim tek şey her
geçen gün biraz daha yaşlanıyorum. Asıl anlatmak istediğim bu da olamaz, o
yüzden bu paragrafı da burada noktalıyorum.
Acaba daha önce yazdım mı burada, üniversite sınavına girdim
bu sene yıllar sonra. Çok çalıştığım söylenemez gene, aslında hiç çalışmıyorum.
Doğru dürüst kaynağımda yok çalışacak, alacak paramda. Hatta bir internetim
bile yok benim, es kaza bağlanıyorum sağdan soldan. Ha! Neden bahsetmek
istediğimi anımsadım sonunda, buraya kadar boşuna okudunuz demek ki :) 96 ya da
97 yılından beri her gece oturup yazdım ben bir günlüğe. Güne dair yaşananları
değil ama çünkü her gün diğerinin aynısı neredeyse, sürekli aynı şeyi yazmak
olurdu bu. Bir karbon kâğıdı koyup diğer sayfaya aynısını geçsem olurdu hani.
Sonra askere gittim bir ara ve en azından 4-5 günlüğümü şöyle bir göz
gezdirdikten sonra okunamayacak hale getirene kadar paralayıp uzakta bir konteynıra
attım. Ama sonra devam ettim yazmaya ve ne yalan söyleyeyim hep erken yaşta
öleceğime inandığımdan ardımdan birilerinin okuyacağı hayalini kurarak. Nedense
birileri okusun istiyordum. Sonra bu bloglar falan dikkatimi çekti ve bir
deftere değil de buraya yazmaya başladım. Kimsede okusun istemiyordum ve uzun
sürede öyle oldu. Derken bir iki kişinin dikkatini çekti nedense ve şimdi 15-20
kişi kadar oldu sayı. Aralarından sadece bir iki kişi bakıyor sanırım ama gene
de bakan var işte. Basit bir ayarla bunu engelleyebileceğimi de öğrendim ama
nedense rahatsızlık duymama rağmen yapmıyorum bunu. Çok tuhaf bi durum bu.
Anlam veremiyorum. Ama biçimsiz özensiz yazıyorum buraya tıpkı şimdi olduğu
gibi. Yarım kalmış, başladığım onlarca hikâye roman türü denemelerim var.
Okumaktan daha keyifli bence ama hâlâ okumaya ayırdığım vakit yazmanın önünde.
İyi ki de öyle. Başında sadece okuduklarımı paylaşayım burada diye düşünmüştüm
hem benim için hem de başkaları için faydası olurdu burada harcadığım zamanın,
az da değil hani okuduğum kitaplar. Ama birçoğunun üzerinden yıllar geçti, adam
akıllı ve iştah açıcı bir yazı yazmam için tekrar mı okuyacaktım şimdi bunları keza
filmlerde öyle. The Melpomene adlı bir blog var, bu konuda en iyilerden biri
hemen hemen ayda 4-5 kitap okuyup alıntılar yaparak paylaşıyor. Hem kendisi
için bir arşiv oluyor hem de iyi bir amaca hizmet ediyor. Benimkisi birçoğu
gibi deşarj olmak sanırım ve bu yazıda oldukça sıkmaya başladı artık. Saat
sabahın üçü erken kalkıp koşuya gitmeyi düşünüyorum. Pazar sabahları 9-10 gibi
kalkmak hafta içi 6’da kalkmaya benziyor. Koca İstanbul bomboş ve sessiz oluyor
o saatlerde. Evet, cumartesiyi pazara bağlayan gece ama sanırım pazartesi
paylaşırım bu yazıyı ya da taslaklarda bırakırım. Doğrusu da bu aslında ama
sadistliğim tutarsa ve şu takipçilerin bir daha bu bloğa girmemesini
niyetlersem pekâlâ yayınlayabilirim. Öf! Buraya kadar okuduysanız gerçekten,
hiç sıkılmadan aşağıya küfürlerinizi döşenebilirsiniz. İyi pazarlar…
Not: Unutmadan! 19 Mayıs Cumartesi günü saat 15.00 da yüz
binlerle beraber Taksim’de olacağım. Hiç bir kuvvet bu bayramı kutlamamızı engelleyemez.
Sizleri de beklerim. Bu oligarşik diktaya Atatürk’ün vatanı emanet ettiği
gençliğin kim olduğunu gösterelim. Söz, o kalabalıkta beni bulabilirseniz bir
çay ısmarlamak boynumun borcu olsun ;) ha! bir de; The melpomene sayfanın reklamını yaptığım için kızmazsın umarım.
"...sadistliğim tutarsa ve şu takipçilerin bir daha bu bloğa girmemesini niyetlersem pekâlâ yayınlayabilirim." !!!! Keyifle okudum..Biraz tebessüm, biraz hüzün eşliğinde.Niyetiniz tebessüm dahilindeydi...:)
YanıtlaSilhadi ya :) bende tekrar okudum bu yorum üzerine.Ne kadar çok ne yalan söyleyeyim demişim :) 19 Mayıs'ta tünelde buluşmak dileğiyle ;))Sen yoksan bir kişi eksiğiz,unutma.Ve tamam yanıtlayacağım en kısa zamanda.
YanıtlaSilama ben İstanbulda değilim ki.... yakında bi tünel bulsam, orda olsam olur mu :))bu arada yorumda İstanbul demiyor, yazılardan çıkardığım bir yorum mu acaba ??
YanıtlaSilO KALABALIKTA BİRAZ ZOR AMA ORADA OLMALIYIM..OLMALIYIZ!
YanıtlaSilkahve telvesi;bildiğim kadarıyla yurdun çeşitli yerlerinden otobüsler kalkıyor.Tgb'nin resmi internet sitesinden ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.Gelemezseniz de canınız sağolsun :)
YanıtlaSilcrazywomanrosemary; evet rastlaşmak çok zor :) Zaten ondan çay ısmarlayacağımı söyledim yoksa bende para ne gezerrr :) orada olacağınızı bilmek çok sevindirdi.
YanıtlaSilYine mi diyeceğini biliyorum...Evet yine "mimlendiniz" :))
YanıtlaSil