Hani neredeyse otuz
küsurluk ömrüm yaya olarak geçti; hâlâ da öyle. İstisnai
durumlarda toplu taşımayı kullanıyorum. Bugün de öyle bir
gündü. İstanbul kart dolum yapan bir kuruyemişçinin dükkânına
girdim. Geçen diyalog birebir şöyle: abi akbil dolum yapıyor
musunuz diye sordum. Yapıyoruz dedi. Cüzdanımdan pasomu ve
cebimdeki son iki lirayı çıkardım. Adamın birden suratı
düşüverdi ve kardeş beş liradan aşağı dolum yapmıyoruz dedi.
Eski ben olsam hiç uğraşmam ama hadi bir sorayım ulan dedim.
Neden, böyle bir kanun mu var? Yok, abi de… zarar ediyoruz, demez
mi. Ne zararı diye sorunca, dedi ki; çıkan kâğıdın masrafını
çıkarmıyormuş. Başta şaşkınlık, ardından ne kadar
zavallısın bakışımı atıp alaycı bir gülümsemeyle peki
diyerek cüzdanımı geri soktum. Tam çıkıyordum ki, arkadaş ya
insafa geldi, ya da gülüşümden alınmış olacak; başka paran
yoksa doldurayım diyerek aklınca bir lütufta bulundu. Kinayeli bir
şekilde, yok madem zarar ediyorsun kalsın diyerek çıktım. Sorun
değil zaten yürüyeceğim mesafe en fazla 10 km olsun, nerdeyse
günlük rutinim bu benim. Hani ben uzun saçlarım, kulağımdaki
küpemle üç aşağı beş yukarı toplum tarafından nasıl bir
kalıp yargıya oturtuluyorsam ki çaylak bir sosyolog adayı olarak
diyebilirim ki son derece hatalı bir davranıştır bu. Muhatap
kaldığım abi de, tıpkı benim gibi rahatlıkla başka bir zıt
kalıba oturtulabilecek görünüme sahipti. Benzer hataya düşmemek
için oradan yürüyecek değilim konuya. Bunu biraz da biz
yapıyoruz, kaç defa şahit oldum. Kimse beş on liradan aşağı
doldurmuyor, sorunca diyorlar ki ayıp olurmuş! Semtimize ilk büyük
marketler zincirlerinin açıldığı zamanları hatırlıyorum,
hepimiz muhakkak içeriden bir araba alır tıka basa doldurup öyle
geçerdik kasaya. Öyle ya, koca market lütfedip semtimize şubesini
açmış, bir çiklet alıp çıkacak değiliz di mi? Bu yargılar
nasıl oluşuyor daha tam anlamıyorum, mezun olunca anlarım artık.
Sonrasında bakkaldan yalnızca ufak tefek şeyler almaya
başlamıştık. Durumun farkında olduğundan kırk yıllık bakkal
amcamızın dargın bakışları altında ezilip çıkardık oradan.
Küçük esnafı can çekiştiren, majör ölçüde devlet
politikaları, minör ölçüde ise işte bizim bu tuhaf insani
tavırlarımız oldu. Bunla ilgili Ferhan Şensoy’un "kahraman bakkal süpermarkete karşı" isimli şahane bir oyunu vardır.
Dileyen için işte linki: http://www.youtube.com/watch?v=xrH_SmaciFc Akbilimi doldurmayan abi, bilesin ki
ben başta bakkallar olmak üzere küçük girişimciyi hep
destekledim, yanınızda oldum. Hâlâ, arada büyük bir fiyat
uçurumu yoksa alışverişimi sizden yaparım. Hatta mahalleye yeni
bir bakkal, manav, kasap falan açıldı diyelim, tutunabilsin diye
her zamanki yerimden feragat edip bir süre oraya giderim. Hani yarın
toplanıp eylem yapsanız, vallahi yeminle bende gelip sizi
desteklerim. İşçiyi desteklemek için işçi, kadına şiddetini
kınamak için kadın, eşcinsel haklarını savunmak için eşcinsel,
emekli maaşını yapılan zammı protesto etmek için emekli, trolle
avlanmayı kınamak için palamut olmak gerekmediği gibi. Hatta
pekâlâ bir burjuva çıkıp asgari ücreti protesto edenlere
katılabilir. Zaten hemen tüm önemli sosyalistler, neredeyse
varlıklı ailelerin çocukları değil miydi? İlk AVM’lerin
açıldığı zamanı da anımsıyorum. Biz günümüz gençleri
artık Beyoğlu’na giderken giyimimize özenmiyorduk. Ama söz
konusu bir avm ise cafcaflı giyinmeye özen gösteriyorduk. (
şimdiden bahsetmiyorum, on yıl öncesinin tespiti) Allah’tan gün
geldi yırtık ve taşlanmış kotlar,( taşlanmış kota karşıyım
elbette, zira imalathanelerinde sağlık şartları yok denecek kadar
az) yakası kesik tişörtler, kenarı açılmış şapkalar vb. moda
olup çıktıda, biz fakirler rahatlıkla insan içine çıkabilir
olmuştuk. Bohem’lik moda oluverdi özetle ki aslında bir bohem
olan bana sorsanız, mecburiyetten böyle giyindiğimi söylerdim
size . Ne günlerdi be… Zeytin
külahını anımsayanınız var mı? Her sabah evin en ufak veledi
olarak bakkaldan 50-100 gram arası zeytin alırdım, keza peynir
falan da öyle. Sadece biz değil herkes böyle yapardı. Herkes mi
yoksuldu yoksa bilinçli tüketici miydik o vakitler. Ulan sahiden
kese kâğıdı ne revaçtaydı, herkesin bir Pazar torbası vardı
alışverişe çıkarken. Bir de çevreciymişiz hani. Şimdi bunları
özendirici kamu spotları yapılıyor. Konuyla alakası yok ama bir
dönem Tan gazetesi alınca bakkal kazı kazan verir, kazıyınca
hediye bira çıkardı be… (bende amma yaşlanmışım) Yaşlılık
dedim de haksız sayılmam, ben bu akbil konusunu bir şekilde
Dostoyevski’nin “ Suç ve Ceza” adlı romanından bir bölüme
bağlayacaktım ki konu nerelere geldi. En azından Raskalnikov’a
selam olsun diyelim. Aslında asıl yazmak istediklerimi yazamıyorum,
malum ileri demokrasi. Bu sebeple eskisi kadar düzgün bir periyot
tutturamıyorum. Özetle ve en hafifinden söyleyeyim, iyiye
gitmiyoruz hey ahali…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder