Sartre- Bulantı
Susuyorum, zorla gülümsüyorum.
Garson kız üzerinde tebeşir rengi bir camambert peyniri bulunan tabağı önüme
koyuyor. Salona şöyle bir göz atıyorum ve içimi korkunç bir tiksinti kaplıyor.
Ne işim var burada? Ne diye kalkıp hümanizm üzerine konuştum? Bu insanlar niçin
burada? Neden yemek yiyorlar? Onların, var olduklarını bilmedikleri besbelli.
Çıkmak, herhangi bir yere gitmek istiyorum. Gerçekten kendi yerimi bulacağım
neşeli bir yere… Ama benim yerim diye bir şey yok; ben fazlalığım.
Autodidacte yumuşadı. Daha fazla
karşı koyacağımdan korkmuştu. Söylediklerim hepsine bir çizgi çekmek istiyor.
Sır vermiyormuş gibi bir halle eğiliyor:
“ aslında sizde onları
seviyorsunuz efendim. Benim gibi sizde seviyorsunuz, ayrılığımız yalnız
sözcüklerde.”
Konuşamıyorum, başımı eğiyorum.
Autodidacte’ın yüzü neredeyse yanağıma değecek. Ukalaca gülümsüyor.
Karabasanlarda olduğu gibi ta burnumun dibinde. Yutmaya karar vermediğim bir
lokmayı güçlükle çiğneyip duruyorum. İnsanlar. İnsanları sevmek gerek. İnsanlar
hayran duyulacak yaratıklardır. İçimi bir bulantı kaplıyor.
Yaman bir bunalım. Tepeden
tırnağa sarsıyor beni. Bir saatten beri geldiğini görüyordum, ama bunu söylemek
istemiyordum kendime. Ağzımdaki şu peynir tadı… Autodidacte çene çalıp duruyor,
sesi tatlı bir vızıltı gibi geliyor. Ama neden söz ettiğini hiç mi hiç
anlamıyorum. Başımı sallayıp duruyorum.
“… eski Roma’nın değil mi
efendim?”
Autodida sanırım bir şey soruyor.
Ona dönüp gülümsüyorum. Ne oldu? Nesi var? İskemlenin üstünde niçin dertop
oldu? Demek, başkalarını korkutuyorum artık. Sonunda bu olacaktı zaten. Ama
önemli değil. Korkmakta pek haksız değiller. Aklıma esen her şeyi
yapabileceğimi hissediyorum. Söz gelimi şu peynir bıçağını Autodidacte’ın
gözüne sokabilirim. Ondan sonra, buradakiler beni ayaklarının altına alıp
tekmeyle dişlerimi kırabilirler. Ama beni alıkoyan bu değil, şu peynirin tadı
yerine ağzımda bir kan tadı duysam da fark etmez benim için. Bir harekette
bulunsam, gereksiz bir olayın çıkmasına neden olacağım, işte o durduruyor beni.
Autodidacte’ın haykırışı da, yanağından akacak kanda, şuradakilerin yerinden
fırlayışı da fazlalık olacak. Böyle fazladan var olup giden bir yığın şey var.
Hepsi bana bakıyor. Gençliğin ilk
temsilcisi, o tatlı konuşmalarını yarıda bıraktılar.
Ayağa kalkıyorum, çevremde her
şey dönüyor. Autodidacte çıkarmayacağım o iri gözleriyle bakıyor bana.
“ gidiyor musunuz yoksa?” diye
mırıldanıyor.
“biraz yorgunum davetiniz için
çok teşekkür ederim. Hoşça kalın.”
Ayrılırken bıçağı sol elimde
tutmuş olduğumu fark ediyorum. Tabağımın üzerine atıyorum; tabak tınlamaya
başlıyor. Kimse çıt çıkarmıyor, salonu geçiyorum. Yemeklerini bırakmışlar bana
bakıyorlar, iştahları kesildi.
Yine de belleklerine iyice
kazınsın diye çıkmadan önce geriye dönüp yüzümü gösteriyorum onlara.
“hoşça kalın.”
Yanıt vermiyorlar. Çıkıyorum.
Yanaklarına renk gelir şimdi, hemen çene çalmaya başlar.
Nereye gideceğimi bilmiyorum;
kartondan yapılmış aşçının yanında dikilip duruyorum. Camın öte tarafından bana
baktıklarını görmek için dönmem gerekli değil. Şaşkınlık ve tiksintiyle
gözlerler şimdi beni; kendileri gibi bir kimse, bir insan olduğumu
düşünüyorlardı, ama onları aldattım ben. Bir adam görünüşünü ansızın kaybettim.
(…)
Önceleri okuduğum kitaplarda
kelimelerin altını çizmek gibi bir alışkanlığım yoktu. Zira okuduktan sonra
geri dönüp bakacağımı hiç düşünmezdim. Ayrıca ardımdan okuyacak olası bir
kişiyi o kelimelere odaklamak… Herkesin önemseyeceği şeyler farklıdır. Bunu
engellemek istemezdim doğrusu. İşte bu blogla beraber sizle paylaşmak adına altını
çizer oldum kelimelerin. Ancak bu kitap işte bu blogdan çok önce okuduğum bir
eser. Yani çizili bir yeri yok, öyle rastgele bir sayfa açıp yazmaya başladım.
Beni buna ne etti, neden kitaplıktaki yerinden çıkardım. Hiçbir fikrim yok.
Üstelik günlerdir ders çalışırken, kalın kalın kitaplarla uğraşa dururken.
Özetle: Sartre amca candır, okuyalım okutalım :)
Avangart
Bu programın hastasıyım.
Keşfedeli çok değil birkaç ay oldu. Ne zamandır bahsetmek istiyorum fakat
inanması güç, üzerine internette ne bir foto ne de bir yazı bulabildim. Hayır,
saat kaçta ve haftanın hangi günü yayınlandığını da bilmiyordum. Gecenin bir
vakti rast geliyordum işte. Dedim madem bir fotosu dahi yok, bekle Levent.
Gecenin en karanlık zamanında çıkıverir karşına. Ve işte sabaha karşı 04.10’da
danaNanaNn! Program başladı. Efendim bir müzik programı Avangart ve şu aşağıdaki iki abi başrollerde. Uzun saçlısı modaretör kır saçlısı ise sanırım
bir gazeteci. Hani koca programda hepi topu dört beş şarkı anca çalıyor. Geriye
kalan kısım, bu iki abinin tatlı Kıbrıs lehçeli sohbetleriyle dolu. Ağırlık
müzik olmakla beraber, sohbet hayli renkli, bazen yavru vatanın sosyoekonomik
problemlerinden, bazen hollywood’tan, bazen Ali abinin gazetecilik anılarından,
bazense sadece geçmişten bahsediyorlar :)
Televizyon dünyası hep böyle
olmuştur. Eskiden de en güzel filmler, programlar gecenin köründe yayınlanırdı.
Hani hoşuma da giderdi. Çünkü genel izleyicinin beğenmeyeceğini düşündükleri,
yüksek kültüre hitap eden azınlığa ayrılan saatlerdi bunlar bence. Artık bu da
yok, günün tekrarlarıyla dolu, sabaha karşı öğle kuşağının tekrarları dönüp
duruyor ekran. Neyse efenim, az önce haklarında ufacık bir yazıya ulaştım.
Program BRT1’de Çarşamba ve Cuma günleri primetime’da yayınlanıyormuş. Bir de
işte fotosunu çektiğim gibi değişik günlerde sabaha karşı tekrarları var.
Dinleyecekleriniz yaklaşık şöyle şeyler:
bill withers - ain't no sunshine
sting- fragile
rod stewart - sailing
mick jagger angie
Not: tv2 'pazar akşamlarını Woody allen filmlerine ayırmış :) İlgililere duyurulur. Şu gereksiz makaslamalar olmasa daha bir izlenir olur ya. Bunla alakalı uzunca bir yazımda duruyor taslaklarda lakin son zamanlarda fazla tv'den bahseder oldum sanki. Hem bu sancılı günlerde gereksiz laf kalabalığı yapmak istemem. nokta.
bill withers - ain't no sunshine
sting- fragile
rod stewart - sailing
mick jagger angie
Not: tv2 'pazar akşamlarını Woody allen filmlerine ayırmış :) İlgililere duyurulur. Şu gereksiz makaslamalar olmasa daha bir izlenir olur ya. Bunla alakalı uzunca bir yazımda duruyor taslaklarda lakin son zamanlarda fazla tv'den bahseder oldum sanki. Hem bu sancılı günlerde gereksiz laf kalabalığı yapmak istemem. nokta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder