Yazıp yazmamakta kararsızdım zira
gece bu saatlerde laptopun başına geçince ekrandan vuran led ışık uykumu
kaçırıyor. Bu bana özel bir durumda değil, istisnasız herkesi aynı şekilde
etkiliyormuş. Bilimsel olarak açıklardım ama yeri değil burası isteyen
araştırsın. Gene de, daha gece çok ilerlemeden hızlıca bir şeyler karalayım
bari dedim. Sonra yahu hali hazırda bilgisayarda bir dünya yayınlamadığım
arşivim var oradan copy-paste yap gitsin dedim kendime. İşin kötüsü belki de
yayınladım bunları vallah emin değilim :)Ama bildiğim bir şey var yayınlamadıklarım
her zaman en dürüst olduğum yazılarımdır. Bazen bahsediyorum kapayacağım bu
bloğu, büyük ihtimal 2017 başı (Allah nasip ederse,bu eklemeyi yapmadan
geleceğe dair hiçbir cümle kuramaz oldum artık,malum … )son bir yazı yazıp yeni
bloğuma geçicem. Nedenine gelirsek, benim için nefes almak kadar doğal olan
karamsarlığım – özellikle yazılarımda – biliyorum ki siz okuyanları kötü
etkiliyor. Daha özgürce yazmak için bunu yapmam şart. Takipçi şeysi koymam
sanırım ve kimseyi de takip etmem. İşte öyle… şimdi aşağıda ne zaman yazdığımı tam
kestiremediğim birkaç yazımı yayınlayım ve 2016 yılının son yazısı bu olsun.
İnşallah 2017 hepimiz için sağlıklı,şanslı,huzurlu ve mutlu geçer. Sevgiler...
…………………………………………………………………………………………………………
Nefes alamıyorum artık,umarım
havalardandır. Ozon tabakası iyice delinmiş,oksijen seviyesi sıfıra inmiş
olmalı,ondan olmalı. Aksi ürkünç,endişe verici. Kendinden her ne kadar nefret
etse de yine de kendisi için endişeleniyor insan.891 lira maaş 300 ticket için
kaç sözüm ona şef müdürle görüştürüyorlar insanı. Şuncacık para için ne ahret
sorularına maruz kaldım şaşarsınız. Tersledim tabi,terslemeliydim. Pekala
yazarak hatta çiziktirerek idame ettirebilirdim hayatımı. Ama öyle iç karartıcı
yazılarla kimsenin yaşam enerjisini almaya hakkım olmadığını düşünüp vazgeçtim
bundan. Çayda bir güzel olmuş hani… içecek parası yoksa, insan zamanla çay ve
sigara ile kafayı bulmayı öğreniyor. Sevgili sigaram iyi ki varsın, iyi ki
yavaşça zehirliyorsun. Bir nefeste onlarca beyin hücresi ölüyormuş oğlum, o ne
âlâ. Kulakları yüzde yirmi gözleri yüzde otuz,burnu ise nerdeyse sıfır koku
alan babama ne özeniyorum. Ama kafası hâlâ zehir gibi mübarek,bendeki şansa
bak. Allahtan 60-70 diyince hakkı rahmetine kavuşuyor bizim sülale,tek
dayanağım bu. yalnız 400 yaşındaki ananem biraz kafa bozuyor. Tüm bunlar
yetmezmiş gibi bir de senle oyun oynuyoruz. En çok bu bozuyor kafamı. Sensin
işte çoktan sobeledim seni ama olsun en iyisi belki devam etmek bu oyuna. Doğru
zaman asla olmayacak bizim için, ikimizde bunu iyi biliyoruz. Ama yine de kendinden bahsetmeye utanmalı
insan. On küsur yıldır başımıza illet olan iktidar nihayet ülkeyi tarumar etti
ve hâlâ sağlam destekliyor yurdum insanı,pes diyerek kapatıyorum bahsi.Hatta
hadi bu salak yazıyı da sonlandıralım artık ve taslak çöplüğüne hiç
yayınlanmamak üzere atalım.
…………………………………………………………………………………………………………
Çok sevdiğim ablam, arkadaşım,
feysbukta Nietzsche’nin şu sözünü paylaşmış : "Ruhunda sükûnete kavuşmak
ve mutlu olmak isteyen insanlar, inanmalı ve iman etmelidir, ama hakikatin
peşindeki insanlar, iç huzurundan feragat edip, yaşamlarını bu sorgulamaya
adamak zorundadırlar."
Kendimi bildim bileli şu iç
huzurundan feragat edenlerdim ama artık çok yorucu olmaya başladı. Akıl ve ruh
sağlığım ciddi anlamda bozuldu. Bilmek ne işe yarar ki bir şey yapamayınca
insan. Matrix filmini hatırlarsınız oradaki kel kafalı karakter artık
gerçeklikten sıkılır bu yükü kaldıramaz ve ajanların onu tekrar o sanal
dünyanın hüküm sürdüğü fanusa sokmaları için dostlarına ihanet eder. O adama
asla kızmadım biliyor musunuz, tercih meselesiydi zira ve o bu sanal mutluluğu
tercih etti.
Hayır, yanlış anlamayın ona
özendiğim yok lakin sürekli gerçekliğin içinde olmak… Arada o fanusa girmeli
insan, birkaç doz almalı diye düşünüyorum. Son zamanlarda demet akalın hande
yener falan dinlemeye başladım, haydi eller havaya moduna girmeye çabalıyor,
astalavista bebeğim naraları atıyorum. Geceleri uyuklamaya yakın vakitlerde ise
genç tv’yi açıp hot video klipler eşliğinde uykuya dalmaya çalışıyorum. O
twerking yapan hatunların popoları insanı bir zaman sonra paralize etmiyor
değil doğrusu. Hatta yeni yayın sezonu açılsın birkaç diziye de başlamalı.
Yine geçen Stanley Miligram’ın
otoriteye itaat deneyinden açıldı mevzu. Aynı değil ama benzer The Experiment
filminden de bahsedince bu da bir şey mi, bizim son 10-12 yıldır yaşadıklarımız
yanında vız gelir dendi. Gerçekten, Tanrım bizi neyle sınıyorsun?
…………………………………………………………………………………………………………
Selam. Görünen o ki artık yazacak
bir şey kalmadı sayın okur. Fazlasıyla hoş bir hatunla yazışıyorum birkaç
zamandır. Hani öyle böyle güzel değil. Yalnız vahim olan, kızın yurtdışında
yaşıyor olması, itiraf etmeliyim ki güzelliğinden daha çok ilgimi çekiyor.
Sanırım bende farkında olmadan ülkeden kaçış senaryoları kurmaya başlamışımda
haberim yokmuş. Beni tanımazsınız, karanlıkla gereğinden çok mücadele etmiş
biriyim, en azından bu içimi rahatlatıyor. Gelecekte, olası evladım yakama
sarılıp tüm bu olanlara nasıl müsaade ettiniz derse kendimi savunabilirim. Yine
de benim gibi bir vatan sevdalısının artık ülkesini terk etme noktasına gelmesi
affedilecek gibi değil. Daha da kötüsü bunun ayırdın da olsam da bu fikir hala
canlılığını koruyor. Yapabilirsem gidicem sayın okur ama kendim için istiyorsam
namerdim. Artık bir aile kurmak ve çocuk sahibi olmak istiyorum ve bu ülkede
bunu yapamam. Böyle bir ateş çemberinin içine bir yavrucak getiremem, buna
hakkım yok. Öte yandan bu kaçış planını hayata geçirebileceğimi de pek
sanmıyorum. O vakit ikinci ve daha olası planım gündeme geliyor. Anadolu’nun
bir kırsalına yerleşmek, mesela karadenizin bir yaylasına. Hani hiç gitmedim
ama çoğu yerleşim dağlık tepelik yerlerde, bir evle diğer ev arasında bile en
az bir kilometre var. Televizyonda görüyorum var böyle yerler. En tepesine
yerleşirim köyün, hani keçilerin bile çıkmaya zorlanacağı yükseklere. İnzivaya
çekilirim yani, eski bir daktilodan başka bir alet sokmam eve bir radyo dahi
olmaz.-hadi radyo olsun canım :) - Yanlış anlaşılmasın klasik bir köy yaşamı
fantezisi değil bu,tüm hayatım büyük kentte geçti, keşmekeşi kaosu gürültüyü
trafiği fazlasıyla severim, ötesi aşığım bu şehre. Yani istediğim bir şey değil
bu, lanet olası bir mecburiyet. Ve sonra ölmeyi beklerim sakince, beklerken bir
iki şey yazmamı çok görmezler umarım. Amacım gelecek nesiller için tarihe bir
not düşmektir sadece. Üçüncü bir planım yok, şimdilik bunlardan birini başarana
dek akıl sağlığımı korumakla uğraşıyorum. Bana şans dileyin. Sevgiler…
…………………………………………………………………………………………………………
Çok konuşuyorum, iyi değil bu.
Hiç iyi değil. Daha yeni tanıştığım insanlara bile en mahrem şeylerimi
paylaşıyorum. Her seferinde kendime telkinler veriyorum bunu bir daha yapma,şu
lanet olası çeneni tut diye. Eve döndüğümde bin türlü muhasebe başlıyor, şurda
ne demiştim,şurda keşke şunu hiç
söylemeseydim gibi gibi. Bakmayın yaşımın 35 olduğuna hâlâ ufacık bir çocuğum
ben. Hemencecik insanlarla kaynaşıyorum ama ne tezattır bilmem. Hani bir mesafe
olsun istiyorum yine de. Çünkü korkuyorum bana zarar vermelerinden, evet bana
herkes zarar verebilir, kendimi koruyabilmekten yoksunum,biliyorum. Mesela
henüz yeni tanıştığım bir hemcinsim haklı olarak bir bara, cafeye falan gitmeyi
teklif ediyor,tamam diyorum. Sonra eyvah ne yaptım ben, daha ne kadar tanıyorum
ki. Hem bakalım bu arkadaşlığı daha ileri seviyeye getirmek istiyor muyum ?
gibi sorular silsilesi. Bu zamanda kime nasıl güvenir insan. Siz düşünün karşı
cinsten biriyle işler nasıl yürüyor diye, işte ona tam bir duvar ördüm
diyebilirim. Bir ilişkiye başlamam için kılı kırk yarmam gerekir,sanırım en az
bir 5 yıl da tanımam. Yani anladığınız üzere o iş hiç yürümüyor. Son dört beş
yıldır en mutlu olduğum yer evim ve televizyonum. Biraz internet ve vakit
buldukça kitap falan işte. Kabuğumda mutluyum huzurluyum,biliyorum hepsi
kocaman bir korkudan ibaret ama diğeri daha çok korku veriyor. Rutinlerimi
seviyor,tapıyor ve muhafaza etmek için deli gibi çırpınıyorum. Arada çok
bunalırsam tek tabanca istanbul’u falan turluyorum işte. O da gece çok geç
kalmadan eve dönmek şartıyla. Nereden nereye zamanında beyoğullarında
sabahlayan levent’ten akşam dokuz gibi televizyonun başındaki koltuğa
uzanabilmek için koşuşturan Levent’e. İşte böyle sayın okur. Daha yazardım ama
çenem düşmesin daha fazla di mi efem. Enteresan, bu yazının başına geçmeden
evvel psikolojik olarak baya kötüydüm şimdi biraz daha iyiceneyim. Şimdi
uyuyabilirim işte. Hadi iyi geceler…
…………………………………………………………………………………………………………
İleri demokrasinin hüküm sürdüğü
“yeni Türkiye’de” değil yazmak yaşamak bile güç olacağa benzer. Hiçbir şey
olmamış gibi davranarak edebiyattan sanattan bahsetmemi artık kimse benden
beklemesin. Kişisel ikbalimi düşünmeyi bırakalı uzun yıllar olmuştu bu uğurda,
bir işe yaramadı. Belki de gitmeli artık. ister sağ ister sol cenahta olsun bu
bol keseden fikir fırtınası hayra alamet değil. Seksen sonrası apolitize edilen
yurdum insanı şimdi tersine siyasetin tam içinde. İlkokul çocukları bile
siyaset yapıyor. Sevindirici bir gelişme değil zira bilgisi olmayıp böylesine
çok fikri olan bir toplum yoktur yeryüzünde. İnternet bir bilgi çöplüğü ise
emin olun o çöplüğe en çok batan Türk milleti. Türkiyeli’mi dememi arzu
ederdiniz çok beklersiniz. Vize sorunu yok sanırım, bir fırsatını bulup Nazım’ı
mezarı başında ziyaret mi etmeli acaba Levo. Belki de dönmeyiz ha ne dersin ?
Bu memlekette kolay mı öyle uzun saçlı keçi
sakallı küpeli falan dolaşmak. Geçen itinayla kestim efenim, küpeyi de
çıkardım. Şimdilerde malum maaşı bin
lirayı geçmeyeceği ve kesin en az günde on saat çalıştıracakları bir iş
bulursam ve arta para kalırsa köpek öldüren diye tabir edilen o şaraplardan
içerek akıl sağlığıma kavuşacağım evelallah,yani öyle umuyorum.Neyse daha fazla
kusup başımı derde sokmayım.yazı biter nokta.