Bu benim masa lambam sayın okur,
zamanında demir doğramacılık işiyle uğraşırken ben yapmıştım, tümüyle metalden.
Baba mesleğim bu benim, küçük bir atölyemiz vardı iki binlerin başına dek. İşte
bu masa lambasının ışığının altında belki dört beş yıl aralıksız günlük
tutmuştum. Neden sonra bilmem hepsini yaktım. Derken bu laptopu edindim,
teknolojiyle haşır neşir oldum falan ve özetle burada bir şeyler karalamaya
başladım. Dürüst olmak gerekir ki asla günlüğe yazdığım kadar samimi, daha
doğrusu sansürsüz, yok o da olmadı çıplak olamadım, yazmak istediğim çoğu şeyi
buraya yazamadığım gibi bir yere de boşalamadım. Şu lambanın yanında gördüğünüz
ise yeni defterim, bomboş sayfaları yazmamı bekliyor. Nedenine ve niçinine
girmeyeceğim ama bu yazıyı kaleme almamın sebebi şunu söylemekti: bundan sonra
uzunca bir süre burada yazmayacağım. Hani belki merak edeniniz olur :) Ama bu
sizleri okumayacağım anlamına gelmesin, çok nadirde olsa yazılarınıza yorumda
yaparım belki. Görüşmek üzere, sevgiyle
kalın sağlıcakla kalın hoşça kalın. Bye bye…
23 Eylül 2015 Çarşamba
12 Eylül 2015 Cumartesi
dünden sonra yarından önce
Mevcudiyet nedenimdir belki de yazmak. Yazdıkça varoluşum
pekişiyor gibi gelir hep. Güvenli, en güvenli sığınak gibi de gelir çokça. Laf aramızda
çok da ihtiyacım vardır böyle bir yere. Zira tanıyabileceğiniz en korkak
insanlardan biriyimdir ben. Odamda güvendeyim mesela, hele ki geceyse vakit ve
ay pencereme dayandıysa. Müzik çalıyorsa bir yandan ve de derinden. İşte benim
gibi bir korkağın eyleme geçebileceği yegâne fırsattır bu. Oturulur ve yazmaya
başlanır, olmayan sevgiliye ilan-ı aşklar edilir zira bir sevgili olması etten
ve kemikten çok tehlikeli ve belirsizdir. Güven zincirim kırılabilir. Ancak
kelimelerle var olan bir sevgili en idealidir. Sonra siyasetten yazmaya
başlarım, söverim alayına, hesap sorarım bir vatandaş olarak. Hani meydanlara
falan çıkıp bağırmaktan daha kolay, yeğ bir durumdur. Sıra bana gelir sonra, en
acımasız eleştiriyi kendime yaparım. Çok ama çok acımasızımdır. İşte bu cesaret
ister sayın okur, zordur sağlam bir yüzleşme hem de fırsatını bulduğun her
gecenin sabahında. Sonra sıra Tanrı’ya gelir, haciz bir kulu olarak soracak
sorgulayacak öyle çok konu vardır ki. Bilirim duyuyordur beni ve kendi üslubuyla
cevap veriyordur elbet. Buna hiç şüphem yok. Okurken uyuya kalanınız çoktur,
emin olun yazarken uyuya kalmanın tadı bambaşkadır. Sabah yüzünüz defterin
üzerine gömülü kalkarsınız, kalem yatağın bilmem neresindedir. Ne yazmışım ulan
ben diye şöyle bir bakın, şaşar insan çoğu vakit.
Çok şey değişti 35 yılda, artık ben o ben değilim. Şimdilerde
pek futbolla aram olmadığı halde, televizyonun saatini ayarlıyor ve salak bir
spor programındakini tartışmaları dinleyerek uyuklayabiliyorum ancak. Filanca futbolcunun
attığı tekme sarı mı yoksa kırmızı kart mı gerektirir diye koca koca herifler
tartışırken, unutuveriyor insan her şeyi, esas sorunlarınız bir buzdolabına
kaldırılıyor sanki. Gece yazmanın da okumanın da önüne geçti bu. Tavsiye ederim
bir deneyin isterseniz, işe yaradığını göreceksiniz. Çok şey değişti. Uğraşmıyorum
da artık kendimle son bir iki yıldır, Tanrı’yla da aram düzeldi geçen yıllarda.
Nihayet işi bıraktım sayın okur bu arada, hani bir iş bulmadan çıkma klişesine
kulak asmadan. Ki, haklıydılar. Nerden yeni bir iş bulacak otuz beşinde ki
herif. Neyse hayırlısı olsun diyelim. Size komik bir şey söyleyeyim mi – bence hiç
komik değil- işi bırakmamın en önemli etkenlerinden biri günlük sakal traşı olma
zorunluluğuydu. Ne var bunda diyebilir çoğunuz. Bilen bilir, zaten saçları
belinde bir heriftim ben yirmili yaşlardan beri, geçen sene kesmiştim, ani ve
delice bir kararla. Bir de üstüne sakallarımdan da olunca, nasıl bir
yabancılaşma yaşadım anlatamam size. Ne zamandır aynaya her baktığımda kim bu
dallama diyorum. Ayrıca herkes aksini söylese de kendimi çok ama çok çirkin
hissediyorum. Bu surat, bu imaj beni temsil etmiyor sayın okur. Anladınız mı? Biriniz
anlasın bari n’olur. Ya da anlamayın ulan, çok ta umurumda. Önemli olan benim
ne hissettiğim değil mi. Çok saçma salak bir yazı oldu bu. Gündem malum ülkece
kan ağlıyoruz. Sığınak işte, n’aparsınız…
5 Eylül 2015 Cumartesi
artık benim de var,sırada kaldı kedi :)
:)) bugün bir gitar aldım sayın okur. Hem de BİM'den. Ne kadar mutluyum anlatamam. Büyük ihtimalle çalamayacağım ve bir köşede öylece kalacak ama şu an için odamın bir köşesinde benle aynı havayı soluyor olması bile yeterli. Hani hemen elimin altında, belki bir süre sonra ufaktan bir şeyler çalmayı başarabilirsem şu yukarıdaki fotoyla kalmaz bir video da paylaşırım.
Eski okurlarım bilir 97- 2004 yılları arası beyoğlunda sokak müziği yaptım ben. daha doğru cümle, iki gitarist arkadaşıma eşlik ederdim. bazen back vokal olurdum şarkılarına bazen gösterdikleri bir akoru çaktırmadan arada kaynatarak vururdum. Esas arkadaşım Ati'ydi. Ati'yi ben hep Atilla sanırdım meğer Hayati'nin kısaltmasaymış. bu isim Ati'nin üzerinde çok eğreti dururdu gerçekten. her neyse,bu adamlar gitarlarıyla yatıp kalkan tiplerdi. Diğer arkadaşım Ayhan, mesela bir mekana gittik diyelim hemen gitarına bir sandalye kapar karşısına oturturdu. bir gün koşa koşa ve sevinerek geldiğini hatırlıyorum. Levo gitarım tam bir kilo verdi demişti. oğlum sen bu gitarı nerden hangi parayla aldın diye sorunca, inanın burada yazamam çok marjinal cevaplar alırdık. Hayal gücünüze bırakıyorum. gece dörtten sonra kaldırıma kıvrılıp yatardık,gitarları yastık olurdu başlarına. zaten kılıflarının içinde de ince pikeler vardı üzerimizi örttüğümüz. çoğu zaman onlar çalar ben para toplardım yoldan geçenlerden. beyoğlu anılarım uzun ve çok uçuk hikayelerden oluşuyor,bir gün belki kitaplaştırırım bunları. neden bahsettim şimdi ben bunlardan, yani sayın okur gitar denilen enstrumanla çok teşriki mesaimiz oldu. tanırız birbirimizi yani,hukuğumuz eskidir. yaş oldu 35 ama neden olmasın,yeterince sabırlı ve inatçıysam belki dile getiririm bu aleti. he he :)) benim bir gitarım var artık sayın okur...
Eski okurlarım bilir 97- 2004 yılları arası beyoğlunda sokak müziği yaptım ben. daha doğru cümle, iki gitarist arkadaşıma eşlik ederdim. bazen back vokal olurdum şarkılarına bazen gösterdikleri bir akoru çaktırmadan arada kaynatarak vururdum. Esas arkadaşım Ati'ydi. Ati'yi ben hep Atilla sanırdım meğer Hayati'nin kısaltmasaymış. bu isim Ati'nin üzerinde çok eğreti dururdu gerçekten. her neyse,bu adamlar gitarlarıyla yatıp kalkan tiplerdi. Diğer arkadaşım Ayhan, mesela bir mekana gittik diyelim hemen gitarına bir sandalye kapar karşısına oturturdu. bir gün koşa koşa ve sevinerek geldiğini hatırlıyorum. Levo gitarım tam bir kilo verdi demişti. oğlum sen bu gitarı nerden hangi parayla aldın diye sorunca, inanın burada yazamam çok marjinal cevaplar alırdık. Hayal gücünüze bırakıyorum. gece dörtten sonra kaldırıma kıvrılıp yatardık,gitarları yastık olurdu başlarına. zaten kılıflarının içinde de ince pikeler vardı üzerimizi örttüğümüz. çoğu zaman onlar çalar ben para toplardım yoldan geçenlerden. beyoğlu anılarım uzun ve çok uçuk hikayelerden oluşuyor,bir gün belki kitaplaştırırım bunları. neden bahsettim şimdi ben bunlardan, yani sayın okur gitar denilen enstrumanla çok teşriki mesaimiz oldu. tanırız birbirimizi yani,hukuğumuz eskidir. yaş oldu 35 ama neden olmasın,yeterince sabırlı ve inatçıysam belki dile getiririm bu aleti. he he :)) benim bir gitarım var artık sayın okur...
1 Eylül 2015 Salı
57 nolu yolcu
“ barbarlık insanlığın doğal
halidir. Uygarlık ise olayların akışı sonucu oluşan anormal hali. Ve sonunda
daima barbarlık hâkim olacaktır.” Kanlı
bir macerasının sonunda bol köpüklü şarabını masaya sertçe vurarak böyle söyler
Conan.
Ömrü hayatım boyunca belki de
kimseyle kavga etmedim, kavgadan kasıt dövüşmek işte. Bundan birkaç gün önce –
anlatsam sonuna kadar haklıyım, emin olun- herifin tekine saldırdım. Birden beni
ve onun çevresini birkaç kişi sardı ve dövüşmemiz engellendi. Arada yediğim küfürler bana kâr kaldı.
“Süper egon çok gelişmiş Levent”
demişti bundan çok önceleri bir ablam. Henüz anlamını bilmediğim için şiddetle
karşı çıkmıştım. Ne egosu be ne diyorsun sen, hem de süper gibisinden. Haklıymış,
hem de çok. Öyle gelişkin bir süper egom var ki yıllarca idim ile kıyasıya
çatıştı. Ve her seferinde o kazandı, peki ne oldu, bu amansız mücadele sonunda
bastırılan id patlak verdi. Ve teşhis: “levent bey, obsesif bozukluğunuz var. Telâşe
kapılma iç şu hapları geçer.”
Süper ego aşırı gelişmiş
vicdandır kısaca sayın okur. Bir şey yapmadan evvel kırk defa düşünür, kılı
kırk yararsınız. Bırakın biriyle dövüşmeyi, birine söylediğiniz çok masum bir
laf bile içinize yara olur, uykularınız kaçar, nefesiniz tıkanır vesaire. İnsana
dair olması gereken çok insani bir tepkiyi bile veremezsiniz. Neyse çokta fazla bilmediğim konular ve
terimlerle kafanızı karıştırmayayım.
Yılların işsizliği işte, fukaralığın
dibine dibine vurmuşken el mahkum daha en baştan olmayacağı belli bir işe
başladım. Başladım da n’oldu, ne sinir kaldı ne asap. Bütün o. çocukları aynı
yere toplanır mı yahu? Toplanırmış sayın okur. İşte ilk defa idim baskın geldi
ve saldırdım puşt herife, o da yarıda kaldı, bi boka benzemedi.
Temel uçağa binmiş bir gün,
derken bir türbülans fırtına falan… Pilot anons etmiş: sayın yolcular on
dakikaya düşüyoruz herkes son duasını etsin. Temelin yanındaki hemen başlamış:
Allah’ım yıllarca kocamı aldattım her önüne gelenle yattım affet beni. Arkasındaki:
Tanrım, yıllarca çaldım çırptım, kul hakkı yedim affeyle. Bir diğeri: ey Allah’ım
haram desem bende, orospuluk desen bende, yalan dolan bende affet yarabbi. Bir başkası:
Allah’ım karımı en yakınlarıyla bile aldattım, dostlarımı hep arkasından
vurdum, rüşvet yedim, kara para akladım affet. Bu tüm uçakta böyle sürüp
gitmiş. Sıra gelmiş Temel’e herkes ne diyeceğini merakla beklemiş. Temel
ellerini semaya açıp söyle demiş: Eyy Allah’ım! Bunca o.çocuğuyla birlikte aynı
uçakta olduğum için beni af eyle.
İşte durumum biraz da budur sayın
okur. Bir suçlu varsa benim sanırım. Yıllarca beyoğlunda sürtmeyip adam akıllı,
seveceğim bir işe kanalize olsaydım şimdi burada olmayacaktım. Kendim ettim
kendim buldum. Neyse, yazarım yine bir ara hoşçakalın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)