18 Ocak 2017 Çarşamba
8 Ocak 2017 Pazar
Yağmuru durdurabilir misin ?
Geçen bir film izledim, çok şey
anlattı, düşündürdü, az da olsa umutlandırdı. Finalde 1974 yılında gözde olan, Yasemin
Kumral’ın o meşhur şarkısı çalmalıydı bence. “Yağmuru Durdurabilir misin.” ayrıca bu unuttuğum şarkıyı
hatırlatması da çok iyi oldu. Filmin
önermesi de buydu aslına bakarsanız.
“spoiler” denen şu saçmalığı
kafaya takanlardansanız, yaşınıza veriyorum bunu, takmayın. Zaten otuz yaş ve
üstü olanlar buna pek itibar etmez. Bizim zamanımızda film anlatmak denen bir
şey vardı gençler. Çünkü salondan kalktıysa, uzun yıllar seyretme imkânımız
olmayacağını bilirdik. Yoktu böyle internet falan. Eh, kalite filmlerde
genellikle pek gişe yapmadığından öyle VHS kaseti falanda düşmezdi piyasaya,
mecbur dinlemeliydiniz. Günümüzde de dert etmeyin, baştan aşağı filmin konusunu
öğrenseniz de, göreceksiniz anlatıcı ile sizin yorumunuz, aldıklarınız farklı
şeyler olacaktır. Evet… Bu ağabeyliği de yaptıktan sonra anlatmaya başlayalım.
1994 balkanlarda herhangi bir yer
diye başlıyor filmimiz, sanırım Kosova. Çok uzak olmayan bu geçmişte oralarda
neler yaşandığını, kardeşin kardeşe nasıl boğdurulduğunu zaten biliyorsunuz.
Zaman zaman ülkemizin de başına böyle bir musibet gelir mi acaba diye
kaygılanmıyor değiliz. Sırf bu yüzden bile izlenilesi bir film.
Bütün olayımız şu, savaştan
oldukça yara almış yerel halkın bölgedeki tek su kaynağı olan derince bir
kuyuya iri bir ceset atılır. Uluslararası bir yardım örgütü de kuyudan bu
cesedi çıkarmaya çalışır. Ne kadar zor bir görev olabilir ki, onlara lazım olan
sadece uzun, sağlam bir halattır. Ama söz konusu çevre BM yetkilileri ile
kuşatılmışsa bu hiç kolay bir iş değildir. Lanet ipi bulabilmek için, bir yığın
bürokratik engeli, yerli halkın haklı olarak yabancılara olan düşmanca tutumunu
yıkmaları gerekmektedir. Ekibin kendi aralarındaki iç çekişmeler ise çabasıdır.
İşte kısaca o yıllarda ki balkanların özeti, savaş içerisinde bir sürü savaş…
Film dram ile mizahı bir potada eritmeyi başardığı için pek sıkılacağınızı sanmıyorum. Ekip lideri
ve yardımıcısı yani Benicio del toro ile Tim robbins hayatlarının hatırı
sayılır bölümünü bu gibi yerlerde harcadıklarından ölümler, kan, insanlığın
karanlık yüzü vs. haliyle onları pek etkilemez. Ki bu kanıksanmışlık dehşet
verici değil midir? Henüz ilk görevini yapan kadın karakter ise bu tek bir
günde belki de hayatı boyunca unutamayacağı, hazmedemeyeceği travmatik olaylara
tanıklık edecektir. Yani bir anlamda biz izleyiciler bu kadın oluyoruz. Gün
ilerledikçe insanlığa karşı olan inancımızı yitiriyoruz. Belki de aşina olduğumuz
tek şey del toro ile olga kurylenko’nun aşk öyküsü. Öte yandan ekibe zorunlu dâhil
olan bölgeden bir çocuğa, savaşın tüm hayatına katacağı feci olayları da
gözlemliyoruz. Finalde, hayatlarını defalarca ortaya koyan ekibimiz lanet
olası cesedi kuyudan çıkaramıyor. İşte sonunda adına ister Tanrı deyin
isterseniz doğa, olaya el koyuyor. Cesedimiz kuyudan çıkıyor ve en azından
bölge halkı içme suyuna kavuşuyor.Bunun nasıl olduğunu yazmayım ama
izleyince, neden Yasemin Kumral’ın o muhteşem şarkısına bağladığımı
anlayacaksınız. Umut verecek size bu film ve ben ne yapabilirim diye
soruyorsanız şayet, herkes kendi cevabını kendince alacak. A PERFECT DAY. İyi
seyirler…
5 Ocak 2017 Perşembe
Hicran,gene hicran mı olacaktı bu aşkın sonu ?
Çoğu filminde o pürüzlü ve derin
sesiyle “ dayanamayacağım artık, gidiyorum buralardan abi” der Sadri Baba ve
güneşin batışına doğru ilerleyerek gözden kaybolur. Arkasından akan, jenerik
değil de bizlerin gözyaşıdır sanki. Gider Sadri baba, elinden başkası gelmez
zira. Hayır, kaçış değildir bu asla, gidişlerin en güzeli en asilidir onunki. Adam dağa küser dağın haberi olmazmış derler ya, varsın olmasın anasını satayım. Mesela Ah güzel İstanbul isimli
filmde yaşayan en büyük bohem zade diye tanıtır onu eski bir burjuva dostu. Dener
Sadri baba, sonuna dek dener, içindeki ümidi her sabah güneşin ilk ışıklarıyla sular
kurumasın diye. Mesela bir filminde, artık sağı solu yamalı,
eskimekten yüz tutmuş takımıyla ve kim bilir ne zaman aldığı bir demet çiçekle her Allah'ın sabahı, limana iner sevgilisini karşılamak için. Semtin çocukları, esnafı güler arkasından,
bazen yüzüne karşı dalga geçerler bu beyhude çabası için. Öyle ya yirmi yıl
önce sevgilisinden koparmıştır bu randevuyu ve hala her sabah sahile yanaşan
vapurdan inmesini bekler dört gözle. Sadri babanın beklediği sevdiği kadın
değildir artık, hani gelse bir ezberini yıkacaktır dünyanın. Bir başkaldırı, tükenmeyen
bir ümittir. Ama gelmez kadın ve günün birinde idrak eder bunu. İnsanlığa,
türdeşlerine karşı son inancıda söner gider. Gider Sadri baba, gider. Nenesinin
dizine yaslanıp dinlediği masallarda gibi değildir hayat. Öksüzler, fakirler, hukuksuzluk,
para vardır bu dünyada, PARA… Ne yapsın baba gitmeyip, hem bir kusur varsa bende
olmalı diye düşünür. Boşuna ofsayt demezler ona, sinsilik bilmez, yeri geldiği
zaman, aman be bana ne demez, başını ezmezsen yükselmek için birilerinin ve bölüşürsen kazandığın ekmeğin yarısını, ofsayt değil de nedir kişi. O da bunu
bildiğinden kızdı mı birine, diyelim Ziya’ya : “insan Ziya” diye söylenir. Bundan
daha büyük bir hakaret yoktur onun lugatında. Hee! hal böyle iken, bir akşam
hüzünle meyhanede son şarabını yudumlayıp, hicran mı gene hicran olacaktı bu
aşkın sonu diyerek ve büyüklerinin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperek
gider. Gider Sadri Baba,gider. Hey insan okur, küstürmeyin Sadri baba gibileri,
gitmelerine izin vermeyin. Hani dönüyorsa dünya, bu adamların yüzü suyu
hürmetine dönüyor bilin istedim.
4 Ocak 2017 Çarşamba
Ortam çok gergin Fuat !
Kırk beş dakikadır otobüsün
gelmesini bekliyorum. Kolay mı ne de olsa tam beş santim kalınlığında kar
kapladı kenti. İstanbul metropolden ziyade ne zamandır bir mega köyden farksız.
Yani bu bekleyiş gayet olağan bir durum. Dahası gereğinden fazla süredir bir
noktada hareketsizce duruyorum iyi değil bu. Küçükken anlatırdı ağabeylerimiz,
seksenlerin başında üç dört kişi sokakta bir araya geldimi tesadüf, olası bir
eylem tehdidi görülüp içeri atılırlarmış. Günümüz Türkiye’sinde ise uzunca bir
süre tek başına durunca dahi gözaltına alınabiliyorsunuz. Demem o ki otobüs bir
15 dakka daha gelmezse durum vahim. Dahası daha birkaç yıl önce saygın bir prof
otobüs beklerken yoldan geçen bir aracın altında kalarak can vermişti. Sık yağıyor
mübarek yani görüş kapalı, her an ezilebilirimde. Tam bunları düşünürken
yaklaşık 100 metre kadar önümde bir araç diğerine hafiften çarptı şimdi. Zaten gergin
millet, büyük olasılık kavga çıkacak. He son anketlere göre 2 milyonu ruhsatlı,
5 milyonu ruhsatsız olmak üzere tam 7 milyon silahlı insan var ülkede, yani 10
kişiden biri silah taşıyor. İşte kavga başladı bile, sesler yükseldi. An
meselesi bir silah çıkması. Ulan nerde kaldı bu otobüs? Şimdi bir maganda kurşununa
hedef olacağım iyi mi. Dur şu durağın adına bakayım da telefondan sorayım kaç
dakikası var otobüsün. Telefon akıllı ama ben teknoloji özürlüyüm biraz. Bir
şehidimizin adını vermişler durağa yeni fark ediyorum. Birden aklıma persepolis
filmindeki marjene’nin sözleri geliyor : “tüm sokaklara şehitlerin adını verdiler,
artık mezarlıkta yürüyor gibiydik.” (yazar burada sessizleşir uzun bir süre… )
Otobüs geldi o sıralar ve şimdi Beyazıt’ta
sahaflardayım. Bu sefer kitap değil de takvim almak için buradayım. Yıllardır
bir ritüel haline geldi buradan ÜLKÜ takvimi almak. Hemen her esnaf , yılbaşı öncesi takvim hediye
ediyor ama namaz vakitlerinden, hadislerden başka bir şey yok. Bu noktada
belirteyim ben Cumaları asla kaçırmam. (ne acı bunu belirtmek zorunda oluşum,
ama böyle bir ülke olduk işte ne yazık ki ) bu yıl saatli maarif takvimi almayı
da düşünüyorum. İçlerinde çok faydalı bilgiler, güzel alıntılar var sayfalarında.
İşte nihayet evindeyim, kazasız
belasız sağ salim dönebildim Allah’a şükür. Nasıl, ne zaman bu duruma düştük biz?
Kendime şekerli bir kahve yapıp odama geçiyorum. Her Türk erkeği gibi ilk iş
kumandaya sarıldım ama son anda açmaktan vazgeçtim televizyonu , doğrusu cesaret edemedim. Öyle
ya tam beş saattir dışarıdaydım, çok uzun bir süre bu. Kim bilir bu süre
zarfında canım ülkemde neler oldu neler… ? Uydunun radyosunda TRT Radyo 3’ü
açıyorum hemen. Zamanın rocker levent’i kaç yıldır klasik müzik dinlesin artık,
olacak iş miydi yahu? Nedense şarkı sözleri bile çok yorucu geliyor uzun zamandır.
Daha o kadar uzman değilim , yani Vivaldi’mi çalıyor yoksa Mozart’ın bir sonatı mı bilmem ama işte bu dingin senfoni eşliğinde kahvemi yudumlayıp yazıyı noktalıyorum. Keşke bir çikolata olaydı…
Not: Dünden beri ne kendi sayfama gelen ne de benim başka sayfalara yaptığım yorumların geri bildirimi gelmiyor bana. Sizde de böyle mi bilmem. Hani yanıtlayamıyorsam biliniz ki haberim olmuyor.
Daha o kadar uzman değilim , yani Vivaldi’mi çalıyor yoksa Mozart’ın bir sonatı mı bilmem ama işte bu dingin senfoni eşliğinde kahvemi yudumlayıp yazıyı noktalıyorum. Keşke bir çikolata olaydı…
Not: Dünden beri ne kendi sayfama gelen ne de benim başka sayfalara yaptığım yorumların geri bildirimi gelmiyor bana. Sizde de böyle mi bilmem. Hani yanıtlayamıyorsam biliniz ki haberim olmuyor.
2 Ocak 2017 Pazartesi
Kötü
Hala yazmamı düşünenler, emin misiniz? Sizi bilmem ama benim
bu şekilde devam etmem çok zor. Yalnız söz verdim ve kötü bir huyum var verdiğim
sözü tutarım. Madem öyle, yani devam edeceğim yazmaya o halde şimdiden uyarayım
bundan sonra okuyacaklarınız size hep kötü hissettirecek. Yani ben olsam okumam,
hatta takibi bırakın derim şu andan itibaren.
Telefonum çaldı bugün, hani pek sık çalmaz. Hatırımı sordu
arayan, sesindeki canlılıktan sanırsınız ki Danimarka’dan arıyor. Nasıl olabilir
kötüyüm elbette dedim, ah! Neden dedi. Haberleri izlemiyor musun diye sordum. Evet
ya bende çok üzüldüm dedi, bu kadar. Sonra kendi gündelik sorunlarından yakındı
uzun uzun. Misal, işverenim şöyle dedi, sevgilimle aram şundan bozuldu gibi
şeyler sayıkladı.
İşte böyle olduk artık. Çok sık yapılan bir hata var ve
herkesi uyarıyorum bunu sakın yapmayın diye, sizleri de uyarayım. Asla akşam
yemeği yerken haberleri seyretmeyin, asla. Canlandırma mı ister misiniz?
Bugün Diyarbakır’da on şehit verdik, ekmeği uzatsana. Sabah koşusuna
çıkan kız tekme tokat dövüldü. Yaaa tuz nerede? Şehrin göbeğinde canlı bomba
patladı. Hmm çok güzel olmuş, eline sağlık bir tabak daha koysana. Cinnet geçiren
koca karısını 40 yerinden bıçakladı, pişman değilim dedi. Turşu yok mu hanım? Dokuz
yaşındaki çocuğa yirmi kişi tecavüz etti. Yaa ama ona daha fazla köfte koydun anne. Üst
geçitten geçen yayaları damperi açık olan kamyon ezdi, onu ağır yirmi kişi
yaralı üçü olay yerinde can verdi. Bakanlık kabahati yayalarda buldu. Bana bir
bardak daha ayran koysana.
Belki farkında olmadan çoğunuz yapıyor bunu, derhal bırakın.
Hala insan kalan yerlerinizi korumak niyetindeyseniz tabii. Hatta yemeği
azaltın zira her şey, tüm kötülükler yeme isteğiyle başlar. Obur insanlardan hep
korkmuşumdur, oburluk bizi öldürecek bilin istedim. Şimdilik bu kadar. Hoşça değil
uyanık kalın. bybye…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)