Tüm ömrüm çizgi roman okumakla geçti diyebilirim ve birkaç
yıl öncesine dek her gece yatmadan önce mutlaka arşivden bir tane çıkarıp
okuyarak uyuklardım. Mesela Zagor’mu Tom Miks’mi ya da diğerleri,hangisini
sayarsanız birinci sayısından son sayısına dek hepsi mevcuttu bende. Sonra
gecekondudan apartman hayatına geçince sandıklar dolusu kitapları mahallede
yeni yetişen veletlere dağıtarak elden çıkarmak zorunda kaldım. Bir kısmını ise
apartmanın kömürlüğüne koydum ama kısa sürede farelere yem olduğunu gördüm.
Meğer karton kolileri de kemirebiliyorlarmış. Amerika’da yaşıyor olsaydım o koleksiyonlarla
milyarder olurdum her halde. Herkesin bir favori kahramanı vardır benimkisi de Conan’dı.
Evvela, conan çizimleri itibari ile tüm romanların arasında en titizlenerek
çizilen mecmuaydı. Birden fazla çizeri ve gene birden fazla senaristi vardı.
Ülkemizde Marvel yayıncılık tarafından yayınlanırdı. Bizdekiler siyah beyazdı
ve orijinalleri de öyle sanırdım, değilmiş. Bu sebeple bende karakalem çizime
meyletmiştim, sonraları siyah çini ile tarıyordum. Zaman zaman belki de en
hâkim olduğum konu,çizgi roman kahramanlarına özel bir dosya açacağım. Ama hem
yukarıda bahsettiğim nedenlerle hem de en sevdiğim olduğundan ilk Conan ile başlayacağım.
Bunu bir borç biliyorum.
Evvela onlu yaşlarıma kadar adını conan biliyordum ki değil
Konan diye okunuyormuş. Buna alışmam uzun yıllar almıştı. Satıcılar içinse bu
sorun uzun yıllar sürdü.
Örnekse:
- abi konan var mı?
-yok.
-peki, conan var mı?
- ha! O var.
Conan karanlık çağlarda yaşayan bir barbardı. Süper güçleri yoktu,
bağımsız bir ruhu ve çelik gibi bir bileği vardı, bir kılıç ustasıydı. O
zamanlar keşfedildiği kadarıyla dünyanın kuzeyinde Kimmerya’da doğmuştu. Soğuk
iklimin ve yapılı insanların olduğu bu ülkeden henüz 15 yaşlarındayken büyük
hiperborya savaşına katılmak üzere ayrılmış ve bir daha asla dönmemişti.
Conan yeri geldi bir hırsız, paralı asker, ödül avcısı,
maceraperest, korsan oldu ama aslında hiç de bilindiği üzere bir barbar değildi.
En azından yaşadığı dönem itibarıyla. Hatta çağının ötesinde bir filozoftu bile
diyebiliriz. Serseri ve gezgin ruhu onu sürekli yeni yerler keşfetmeye itiyordu
ve o zaman bilinen üç kıtayı da dolaşmıştı. Bin bir tanrılı dönemlerdi,
insanlar ya putlara ya da yaşayan onlar gibi insan tanrılara tapıyordu. Conan’a
bu hep saçma geldi ve kendi tanrısı Crom’u hep küfrederken andı. Bir
macerasında bir grup askerle düşman ülkece tutsak edilmiş bir tanrıyı
kurtarmaya gittiklerinde “kurtarılmayı bekleyen tanrılar beni ilgilendirmiyor”
demişti. Çağa göre oldukça normal karşılanan köle ticaretine karşı her zaman
midesi tiksinmişti ve kılıcını çok şey için satmasına karşılık buna hep uzak durmuştu.
Gene kadının bir meta gibi göründüğü o yıllar(şimdi de pek farklı değil
maalesef) rızası olmadan hiçbir kadına el sürmemiştir, ücretini ödediği hayat
kadınları hariç. Kadınlar ve çocuklara karşıda ne kan döktü ne de buna izin verdi.
O asırda hayatını idame ettirmek için iki yol vardı ya sınırları içinde
yaşadığınız kralın toprağında çiftçilik yapıp üç kuruşa ve her türlü zorbalığa
boyun eğecektiniz. Tarlanızın talan edilmesi, ailenizin karınızın çocuğunuzun
kral veya askerlerince, sapkınlıklarına göz yummak gibi. Ya da elinize bir
kılıç alıp hiçbir otoriteye sınıra bağlı kalmadan serseriyane illegal bir
yaşamı seçecektiniz. Conan bunu seçmişti ve sadece bunla kalmamış zorbaca
ülkesini yöneten nice kralı ve askerlerini buna pişman etmişti. Paraya asla
tamah etmemişti, hatta bazı maceralarında bir krallık satın alacak kadar
mücevheratı ele geçirdiğinde, şişman göbekli bir pislik olmaktansa ona birkaç
ay yetecek parayı alıp uzaklaşıyordu. Aksi halde serüveni sona erecekti, onun için
daha keşfedecek yerler, kılıçtan geçireceği gaddar barbar insanlar vardı.
Büyücülükten de nefret ederdi ve bunun içinde gereğini yapardı, bildiği şekilde
tabi :) Adı üç kıtada ve yedi okyanusta duyulmuş yaşayan bir efsane olmuştu.
Hatta çoğu kişi Amra ile Conan’ı iki farklı insan sanırdı aynı şöhreti paylaşan,
yaptıkları bir kişiye mal edilemeyecek kadar sonsuzdu çünkü. (Bir arkadaşım Amra ismini ilk duyduğunda dişi Ra sanmış,yarım saat gülmüştüm :)))Hep bir kral
olacağını düşlerdi ve günün birinde bu da gerçekleşti ama bir zaman sonra
içindeki gezgin maceraperest ruh baskın geldi ve krallığını bir gece ansızın
terk etti. Krallık dönemi de ezber bozan şekildeydi. Diğer krallar gibi olası
savaşlarda tahtında oturmayıp en önde kılıcını sallıyor, şık balolarda
şaklabanca danslara iştirak edemiyordu. Halkının arasında korunmadan dolaşabiliyordu,
kimi zaman tebdili kıyafetle şehrin en izbe meyhanesinde içmeye gidiyordu. Vefa
bilir bir dosttu, düşmanına saygısı sonsuzdu. Bir asker yaralı arkadaşını
omuzlamaya çalışıyorsa ona dokunmaz dokundurtmazdı, oysa diğer barbarlar
rahatlıkla kılıçtan geçirebilirdi. Dünyanın kaderini değiştirecek işlere el atmıştı,
kudretli tanrıların bile dikkatini fazlasıyla çekmişti. Mistik güçleri olan yerde
mi gökte mi pek belli olmayan o bazı tanrılar bir gün conanı huzurlarına
çıkarıp şöyle demişlerdi.”Conan tanrılar seni bitmeyen ün ve maceralarla
görevlendirdiler” Evet, o noktaya gelmişti ki bazı yerlerde tanrıların gizemli
yardımları üzerinde oluyordu. Şaraptan ve kadından anlar, eğlenmesini bilirdi.
Yaşamı boyunca önüne Red-sonja, kara korsanların kraliçesi Belit gibi nice
kadınlar çıkmıştı. Aşağıya her sayısının başında olan bir yazıyı ezberimde
kaldığı kadar yazmaya çalışacağım:
“Şunu bilin ki
prensim, kabaran okyanusların Atlantis’i ve onun görkemli kentlerini
yutmasından sonra dünyada o güne dek görülmemiş bir çağ başlamıştı. Aryas’ın
oğullarının doğduğu bu çağda dünya üzerindeki uygarlıklar ve krallıklar
gökyüzündeki yıldızların mavi parıltısı kadar dağınık, fakat belirgindi. İşte
bu çağda Kimmerya’lı Conan çıkageldi. Bu kara saçlı çelik bilekli şahin gözlü kılıcını
elinden hiç bırakmayan yiğit, dünya üzerindeki tüm uygarlıkları ve krallıkları
sandallı ayağının altında çiğnemek istiyordu” BİR NEMEDYA EFSANESİNDEN”
Bunlarda benin çiziktirdiğim bir kaç Conan resmi,işte öyle :)) Sevgiler…